4 Haziran 2009 Perşembe

TAŞINDIK

Arkadaşlar yeni sitemiz http://www.bilimdunyasiyiz.tr.gg/

Herkesi Bekliyoruz http://www.bilimdunyasiyiz.tr.gg/

25 Nisan 2009 Cumartesi

Albert Einstein



Sık sık karşılaştırıldığı Newton gibi gençliğinde hiç bir olağanüstülük yoktu. Tam aksine öğrenmesi ve konuşması çok yavaş geliştiğinden geri zekalı sanılmıştı.

İşleri bozulan babası 1894 yılında İtalya'nın Milano kentine taşındı. Einstein, liseyi bitirmesi için Münih'de bırakıldı. Lisede yabancı dilleri, tarihi ve coğrafyayı hiç sevemedi. Öğretmeninin; "Einstein, senin adam olacağın yok, ayrılırsan hem senin hem bizim için iyi olur" sözleri üzerine okulu bıraktı. Aslında, O da öğretmenleri çavuş ve onbaşılar olarak görüyor, okulun katı disiplin havasından sıkılıyordu.

İtalya'da kısa bir tatilden sonra liseyi İsviçre'de bitirmeye girişti matematik ve fizik derslerinden başka hiçbir dersi yeterli bulunmadığı için komşu bir kentte(Arau) dersler alıp sınavları başaracak düzeye gelmesi istendi. Bir arkadaşının çok iyi tutulmuş ders notlarından yararlanarak sınavları başaracak düzeye gelmeye çalıştı. Sonunda liseyi bitirip Teknik Üniversiteye girdi.Derslerin çoğunu izlemiyor bütün zamanını kuramsal fiziğe ayırıyordu. Sınavları, tıpkı lisede olduğu gibi ancak bir arkadaşının çok iyi tutulmuş ders notlarından yararlanarak başarıyordu.

Üniversiteyi bitirdikten sonra bir süre özel dersler verdi.İsviçre vatandaşı olmadığı için başka bir iş(özellikle öğretmenlik)bulamıyordu.Ders notlarından bol bol yararlandığı arkadaşının babasının yardımıyla 1901 yılında Bern'deki Patentler Dairesinde memur oldu. Babasının dükkanında kimyasal maddeleri ve zamanın elektrik aletlerini tanımış, duyduklarını, gördüklerini durmadan okuduğu fizik konularıyla daha da genişletmişti. Hele Patentler Dairesine gelen çeşitli düşüncelerin hem kuram hem uygulamayı içermesi, bilgisini gittikçe genişletiyor çeşitli problemler üzerinde uzun uzun düşünme olanağı buluyordu. Aynı yıl İsviçre vatandaşlığına kabul edildi.

Bilim çevreleriyle hiçbir ilişkisi olmadan çalışmalarına burada başladı. Deneyler yapacak fizik laboratuvarına ihtiyacı yoktu, kalem, kağıt ve kafasıyla yetiniyordu. 1905 Einstein'ın uğurlu yılı oldu. Alman fizik yıllığında üç önemli gelişmeyi içeren beş yazısı yayınlandı ve aynı yıl doktorasını tamamladı ve matematiği seven Yugoslav asıllı bir kız ile evlendi.

Yazılarından birinin konusu Foto Elektrik Etki idi. Üzerine ışık düşen kimi madenler elektron salıyorlardı. Lenard, daha 1902 yılında, yayılan elektronların enerjilerinin ışığın yoğunluğu ile ilgili olmadığını göstermişti. Parlak ve kırmızı ışıklar pek az elektron salıyor fakat enerjileri artmıyordu. Sarı ve kırmızı ışıklar pek az elektron salıyorlardı. Klasik fizik bu durumu Dalga Kuramı ile açıklayamıyordu.

Einstein, bu soruna beş yıl önce açıklanan Planck Kuramı'nı (Enerji=Planck sabitesi*Frekans. Planck Sabitesi=6.626(10^-34)jul/saniye)uyguladı. Ona göre foton denilen belli enerjili bir kuanta, maddenin atomu tarafından soğurulmakta böylece belli enerjide bir elektron, atomdan salınmaktadır. Parlak ışıklar(daha çok kuantlı) daha çok elektron salmakta fakat bunların toplam enerjileri değişmemektedir.

Kısa dalga boylu ışıkların kuantları daha enerjilidirler dolayısıyla daha çok elektron(enerji)salarlar. Dalga boyları belli bir değerden daha uzun ışınların kuantaları hiçbir elektron salınımı yaptıramayacak kadar zayıftırlar. her element için değişen belli bir değerden daha uzun dalga boylu ışınların enerji içerikleri atomların bir parçası olan elektronları koparamamaktadır.

Böylece Planck'ın kuramı yayınlandığından beri ilk kez klasik fiziğin açıklayamadığı fiziksel bir olguya başarıyla uygulandı(elektromanyetik dalgaların enerjileri bölünmez paketlerdedir(kuanta). Bunlar bir bütün olarak salınır ve soğurulurlar. Miktarları frekanslarıyla orantılıdır. E=hv. Burada E=enerji birimi olarak kuantanın değeri,v=frekans ve h=Planck Sabitesi'dir. Bu açıklamalarla Planck kuramının uygulaması bitmiyor, sürüp giden gelişmeler ile yeni bir Kuanta Mekaniği doğuyor ve böylece Einstein, 1905 yılında yayınlanan çalışmalarının en önemlisi olmasına karşın ta 1921 yılında Fizik Nobel Ödülü ile onurlandırılıyordu.

1905 yılında birincisinden iki ay sonra yayınlanan ikinci yazısında Einstein, çeyrek yüzyıl önce Brown tarafından gözlenen "su içindeki çiçek tozlarının(polen)durmadan titreşmeleri sonucu canlı olduklarına hükmedilmesi" demek olan Brown Hareketi'nin matematiksel analizini veriyordu. Ona göre asıltının içinde bulunduğu su, Maxwell ve Boltzman kinetik kuramı gereği hareket eden (olasılık dağılışı:N=No exp((E/k)T)olan ) moleküllerden oluşuyorsa asıltı parçacıklar gözlendiği gibi titreşirler. Svedberg üç yıl önce Brown hareketine moleküllerin neden olduğunu sezmiş ama Einstein olayı matematik ayrıntılarıyla açıklamıştır.

Su içindeki (veya herhangi bir sıvı ya da gaz)bütün cisimler her yönden ve sürekli olarak moleküllerle itilirler.

Normal boyda bir cismi etkileyen moleküllerin sayısı çeşitli yönlerde farklı da olsa büyüklüğü nedeniyle cismin hareketi veya titreşmesi fark edilemez. fakat cisim çok küçük ise çeşitli yönlerden çarpan moleküllerin sayıları arasındaki farklılıklar cismin hareketine neden olur. Çiçek tozları ve boya parçacıkları bu moleküllerce sağa sola itilecek kadar küçüktürler. Çarpan moleküllerin sayısı her an değişeceğinden cisim titreşir görünmektedir. Moleküllerin büyüklüğü arttıkça hareket daha iyi fark edilebilir. Einstein, hareket ile molekül büyüklüğü arasındaki matematik ilişkiyi saptamış ve böylece molekül ile atomların büyüklüğünü hesaplamak mümkün olmuştur. Bu açıklamadan üç yıl sonra Perrin Brown hareket üzerinde deneyler yaparak Einstein'in hesaplarını doğruladı. Artık atomların boyutlarını daha doğru hesaplamak olanağı doğuyordu.

O gün yüz yaşında olan Dalton Atom Kuramı da (elementler son derece küçük, bölünmez ve parçalanamaz atomlardan oluşur. atomların yeni bir bileşimi yeni bir elementtir. atomların değişikliği kütlelerinin farklılığındandır)doğrulanıyor hatta moleküllerin hareketleri doğrudan gözlenebiliyordu.

Einstein'in o yılki en büyük başarısı evrene yeni bir bakış açısı getirmesiydi. Bir anlamda 225 yıldır düşüncelere egemen olan Newton'cu görüşün yerini alıyordu. Michelson ve Morley'in yaptıkları denemeler yönü ne olursa olsun "esir"içinde yayılan ışık hızının (o zamanlar esirin varlığına inanılıyordu)değişmediğini gösteriyordu. Einstein bu ölçmelerin doğruluğundan hareketle boşlukta yayılan ışık hızının, ister ölçmeleri yapanlar ister ışık kaynağı harekette olsun, değişmeyeceği varsayımından işe başladı.Ayrıca ışığın yayılması için "esir"denilen ortamın varlığına da gerek olmadığını varsaydı. Çünkü ışık paketler halinde (kuanta) ve dalga dalga yayılıyordu. Daha sonraki yıllarda Compton bu ışın paketlerine "Foton"adını verdi.

Böylece Einstein, Newton'un eski parçacık kuramına dönüş yapıyor, ışığın dalgalardan oluştuğu görüşü ile eski kuram arasında yer alıyor daha ileri ve yararlı yeni bir yaklaşım getiriyordu.

Einstein'e göre, "esir" yok varsayılırsa, bütün hareketler cisimlerin birbirlerine göre durumlarından başka bir şey değildir yani evrende mutlak hareket veya hareketsizlik yoktur. Bir cismin hareketinden söz edebilmek için başvuru sistemi gerekir. Ancak bu başvuru sistemine göre Doğa Yasaları değişmezdi. Hareketin ancak bir başvuru sistemine göre belirleneceği görüşü nedeniyle kuramın adı da "Görecelik," "Bağımlılık," veya "İzafiyet" oluyordu. 1905 yılında yayınlanan yazısında Einstein birbirlerine göre değişmez hızlarla hareket eden veya tamamen hareketsiz (sıfır hız) sistem ve cisimlerden söz ediyordu. Bu nedenle kuramın adı "Özel Görecelik" idi.

Hareketlerin göreceliği ve ışık hızının değişmezliği kabul edildiğinde Hem Newton mekaniği ile açıklanamayan Michelson-Morley deneyi sonucu anlaşılabiliyor hem Maxwell'in elektromanyetik denklemleri geçerliliğini koruyordu. Ayrıca hız artmasıyla Gerald'ın "boy kısalması" ve Lorentz'in "kütle artması" olacağı görüşlerine gülenleri haksız çıkarıyordu.

Bunları, görünüşte garip gelen sonuçlar izledi. Zaman hareket hızına göre değişiyordu.ayrıca "aynı anda oluşum" anlamını yitiriyor ve kimi koşullarda (x) olayının (y) den önce mi, sonra mı yoksa aynı anda mı belirdiğini kestirmek olanaksızlaşıyordu. "Uzay" ve "Zaman" ayrı kavramlar olmaktan çıkıyor ve "uzay-zaman" sisteminde birleşiyorlardı. Bütün bunlar "sağ duyu" ile çatışıyordu ama Einstein'a göre sağ "duyu" normal hızla (alışageldiğimiz) hareket eden normal cisimler üzerindeki deneyimlere dayanıyordu. Bu gibi koşullarda "sağ duyu" olan Newton kuramı ile Einstein kuramı sonuçları arasındaki farklılık yok denecek kadar azdı.Uçsuz bucaksız evren bir bütün olarak incelendiğinde ve deney yapılırken özelliklerini yitiren atoma inildiğinde artık "sağ duyu" yol gösterici olamıyordu.

Özel görecelik kuramında Einstein bir cismin enerjisini, kütlesiyle ışık hızı karesinin çarpımı olarak veriyordu.Işık hızı saniyede 300.000 km olduğuna göre küçücük bir kütlede akıl almaz enerji vardı. Kütle ile enerji böylece ilişkilendirilince artık Lavoisier'in Kütlenin Korunması kuramından (dünyada hiçbir şey yok olmaz ve yoktan da varolmaz) ve Helmholtz'un Enerjinin Korunması kuramından (enerji yoktan var edilemez ve yok edilemez ancak başka bir enerjiye veya maddeye dönüştürülebilir) ayrı ayrı söz etme olanağı kalmıyor ve daha ileri bir genelleme ile Kütle-Enerji Korunması beliriyordu.

Einstein'in kütle ile enerji arasında kurduğu ilişki radyoaktif elementlerin verdiği enerjiyi açıklayabiliyor hatta ihmal edilebilecek kadar kütlelerinden kaybettikleri saptanabiliyordu. Kütle ve enerji arasındaki ilişkiyi doğrulayan sayısız deneyler yapılıyor ve bunlar atom çalışmalarında gittikçe önem kazanıyordu. Fakat bir kez kimi atomların Einstein'a göre hesaplanandan daha az enerjili beta ışınları saldıkları gözleniyor böylece enerjinin, kütle ile ışık hızının karesi çarpımına eşitliği kuramı tehlikeye düşüyordu. Bundan kısa bir süre sonra Pauli elektron salma sırasında yüksüz bir parçacığın kaybolan enerjiyi aldığını buluyor ve bu yeni "nötrino" ile Einstein, geçirdiği sarsıntıyı atlatıyordu.

Einstein'in bu genellemesi yalnız atom fizikçilerinin saklı çalışmalarından yararlı olmuyor, bir kuşak sonra her şeyi inanılmaz biçimde yok eden atom bombasına dönüşüyor, korkunç bulunmasına karşın Einstein bu gelişmeye doğrudan katılıyordu.

Yazılarıyla kazandığı bu üçlü zafere karşın Einstein ancak dört yıl sonra Zürich Üniversitesinde profesörlük elde ediyordu. Fakat adı hızla yayıldığı için ve kendisini çok beğenen Planck'ın yardımıyla Berlin Fizik Enstitüsünde Einstein'a özel bir durum yaratılıyor, maaşı kendisini tamamen bilime verebilecek düzeye cömertçe getiriliyordu. Bu sırada beliren Birinci Dünya Savaşı, İsviçre uyruklu olması nedeniyle Einstein'ı pek etkilemiyordu. Fakat birçok Alman bilgini savaş lehine bildiri yayınlayınca, otoriteye öfkesi ve insancıl yaratılışı onu barış çağrısı yapan bir karşı bildiri yayınlamaya zorluyordu. Bu sıralarda Einstein görecelik kuramını daha genel durumlara uygulamaya çalışıyor ve Newton'un klasik çekim kuramını özel bir durum olarak da açıklayabilen "Hızlandırılmış Sistemlere" ulaşıyordu (birbirlerine göre değişik hızlarda hareket edebilen cisimler sistemi). 1915 yılında yine uzun bir yazı ile açıkladığı bu kuramına "genel görecelik kuramı" denmektedir. Bu kuramda verilen formüllerden evren hakkında çok önemli şeyler öğreniliyor hatta Sitter bu denklemleri Einstein'dan daha iyi kullanıyordu. Einstein kuramları ile önceden olacağı kestirilebilen olaylar şunlardı:1)Bir gezegenin günberisinin (yörüngesinin güneşe en yakın noktası) değişen durumlarının saptanması, 2)Yoğun çekim alanlarında cisimlerin tayflarının kırmızı uca doğru kayması (Einstein kayması) ve 3)Işığın çekim alanlarında doğru değil, eğrileri izlediği. Bu olayları Newton kuramlarında tahmin etmek olanağı yoktur.

Einstein kuramları hemen her fırsatta deneyimler ve doğru yanıtlar alınıyordu. Bütün bunlar adını dünyaya hızla yayıyor, günlük deneyimleriyle ve beş duyuya dayanarak karar veren insanların çoğu bunları anlamıyor yada belli belirsiz bir fikir ediniyor fakat bilim adamlığını onunla özdeşleştiriyorlardı. Kendisinden resim ve arkasını yazmasını isteyen hanıma şu dörtlükle cevap veriyor:

Yaşar gibiyim rüyada

Derim, gerçekler başka

Yine de sorarım; acaba

Onlar akıllı, deli ben miyim yoksa? adının karışık olayları örneklemek için kullanıldığını biliyordu. Einstein da insanları karmaşık bulur, yıkanmak için ayrı, çamaşır için ayrı, tıraş için ayrı sabunlar kullanmalarına şaşardı.

Newton zamanından beri daha hayattayken bu kadar saygı toplamış başka bir bilim adamı yoktu. 1930 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ni ziyareti sırasında Hitler yönetimi ele alıyor, artık Einstein için geri dönüş olanağı kalmıyordu. Böylece Princeton Üniversitesi'nde profesörlüğe başlıyor, New Jersey'e yerleşip Amerikan uyruğuna giriyordu.

Yaşamının 25 yılını alan hem çekim hem elektromanyetizma olaylarını birleştiren yeni kuramını sonuçlandırmaya koyuluyor, "Birleştirilmiş Alan Kuramı," diye adlandırılan bu yaklaşımında oda başarısızlığa uğruyor ve çok üzülüyordu. Devrimler yaratan bir bilgin olmasına karşın o günlerde fizik dünyasına egemen olan yeni gelişmeleri bile kabullenemiyordu. Heisenberg'in "Belirlenemezlik ilkesini" (hareket boyutu olan-zaman ve enerji-iki eş miktar, hatalar çarpımı Dirac sabitesinden - Dirac sabitesi = Planck sabitesi/6.28 - küçük olacak doğrulukta saptanamaz) geçerli bulmuyor, evrenin talih sonucu varolmadığını ileri sürerek; "her şeye kadir Tanrı talih oyunlarına bulaşmaz," diyordu.

1930 yılında "Belirlenemezlik İlkesinin" zaman ve enerjinin aynı anda ve doğru olarak saptanamayacağı anlamına geldiğini fakat bunun bir deney ile geçersizliğinin gösterilebileceğini açıklıyordu. Bunu dinleyen Bohr, uykusuz bir geceden sonra Einstein'ın düşünüşündeki hataları bularak "Belirlenemezlik İlkesinin" yaygın olarak kabulünü sağlıyordu.

İkinci Dünya savaşının başlamasıyla Einstein hiç arzulamadığı şeylere alet oluyordu. 1939 yılında uranyumun fisyonu (ağır bir atomun veya dolaylı olarak daha hafif bir veya iki atoma ayrılarak kütle kaybına uğraması dolayısıyla nükleer enerji salması) Hahn ve Meitner tarafından keşfedilmiş bulunuyordu. O sıralarda Chicago'da fizikçi Fermi ile çalışan Szilard bunun anlamını çok iyi kavrıyor, insanların nükleer bomba felaketiyle karşılaşmalarını istemiyor ama Hitler'in böyle bir bombayı elde edebileceği olasılığını da gözden uzak tutamıyordu.

Szilard, dünyanın en etkili bilim adamı olan Einstein'ı da ikna ederek başkan Franklin D. Rooseweldt'e yazdığı mektubu imzalatıyordu. Einstein bu mektupta nükleer bombayı Hitler'den önce geliştirmek için büyük bir araştırmaya girişilmesini öneriyordu. Sonuçta Manhattan Mühendislik Bölümü kuruluyor ve altı yıl sonra da ilk denemesi Alamogorda'da yapılan atom bombası elde edilmiş oluyordu. Bu arada Hitler savaşı kaybetmiş olduğundan ikinci ve üçüncü bombalar Japonya üzerinde patlıyordu.

Atom bombaları ve daha sonra hidrojen bombası savaştan sonrada insanlığın sürekli korkusu oldu ve beş ülke -Amerika, İngiltere, Rusya, Fransa ve Çin- yığınaklarını artırdılar.

Yaşamının son yıllarında Einstein atom bombası yarışına son verecek bir anlaşmaya varılması için çok çalışıyor fakat fizikte devrimler yaratmasına karşın insanları yumuşatmakta başarılı olamıyordu. Öldüğü sıralarda insanlığın karşı karşıya bulunduğu tehlike tırmanmasını sürdürüyordu.

1952 yılında Seaborg'un bulduğu 99 numaralı yeni elemente EİNSTEİNİUM denilerek Einstein onurlandırılıyor, klasik müziği bile matematik olarak gören, güç anlaşılırlığını göstermek istercesine her zaman piposunun dumanları ardında bir hayal gibi kalan, cumhurbaşkanlığı önerisini geri çeviren mütevazı Einstein, New York Riverside kilisesi ünlüler salonundaki kireç taşında, sayısız kitapta ve hemen her ülkenin pullarında ölümsüzleştiriliyordu.

22 Nisan 2009 Çarşamba

Son haberler-9

"Mission: Impossible III", "Lost" ve "Alias"in yönetmeni J.J. Abrams ve "Transformers", ""MI: III"ün senaryo yazarları Roberto Orci & Alex Kurtzman’dan, tüm zamanların en büyük uzay macerası "Star Trek"e yepyeni bir bakış…

Galaksinin kaderi iki sıkı rakibin elindedir.

Bir tarafta Iowa’daki çiftlikte doğup büyümüş, serseri ruhlu, heyecan ve macera arayan genç James T. Kirk, diğer tarafta ise her türlü duygusallığı reddeden mantık bazlı bir toplumda yetişmiş olan Spock vardır. Daha önce hiç gidilmemiş, tehlikelerle dolu yolculukta mürettebatı yönetebilmek, ikisi arasında oluşacak sıra dışı güçlü dostluğa bağlıdır.

“Star Trek”in unutulmaz karakterlerini bu kez yepyeni ve genç bir kadro canlandırırken film izleyiciyi daha önce hiç gitmediği yerlerde maceradan maceraya sürükleyecek.

J. J. Abrams’ın yönettiği ve Chris Pine, Jennifer Morrison, Simon Pegg ile Eric Bana’nın oynadığı Star Trek, 8 Mayıs 2009’da vizyona girecek.


Oyuncular: John Cho, Ben Cross, Bruce Greenwood, Simon Pegg, Chris Pine, Zachary Quinto, Winona Ryder, Zoe Saldana, Karl Urban, Anton Yelchin, Eric Bana, Leonard Nimoy
Yönetmen: J. J. Abrams
Senaryo: Roberto Orci, Alex Kurtzman
Yapımcılar: J. J. Abrams, Damon Lindelof
Yapım Stüdyosu: Paramount Pictures
Tür: Bilimkurgu









------------------------------------------------------------------------------------------------
Arıların ortadan kayboluş nedenini araştıracak

Arıların, kelebeklerin ve diğer bazı böceklerin popülasyonlarının azalmasının nedeni, İngiltere'da 10 milyon sterlinlik bir projeyle araştırılacak.

Daily Telegraph gazetesinin haberine göre, İngiltere'de arı sayısı son iki yılda yüzde 15 dolayında düştü. Kelebekler ve diğer böceklerin sayısında da azalma görüldü.

Popülasyonlardaki bu azalıştan küresel ısınmadan, ''koloni çöküşü olayı'' olarak adlandırılan gizemli duruma kadar pek çok şey sorumlu tutuldu. Bu durum hayli kaygı yaratıyor çünkü arılar, insanların besin kaynağı olan sebze ve meyvelerin tozlaşma yoluyla döllenmesinde ve doğayı korumada hayati önem taşıyor.

Bu yıl başında İngiliz hükümeti, arı popülasyonundaki sürekli düşüşün tarımı etkilemeye başlayabileceği kaygıları üzerine, bu durumun nedenini araştırmak için 2 milyon sterlin ayıracağını duyurmuştu. Şimdi çeşitli araştırma kurumlarının da katılmasıyla bu fon 10 milyon sterline çıktı.

---------------------------------------------------------------------------------------------

Stephen Hawking hastaneye kaldırıldı

Dünyaca ünlü İngiliz astrofizikçi Stephen Hawking hastaneye kaldırıldı. Hawking’in durumunun ağır olduğu bildirildi.

Cambridge Üniversitesi’nden yapılan açıklamada, birkaç haftadır göğüs enfeksiyonundan mustarip olan Hawking'in acilen, Cambridge'deki Addenbrooke Hastanesine kaldırıldığı belirtildi.

Hastane yetkilisi Peter Haynes, Hawking’in ambulansla hastanelerine getirildiğini, tedavi ve testlerin sürdüğünü ve bir en az kaç hafta hastanede kalacağını açıkladı.

Özellikle kara deliklerle ilgili çalışmalarıyla tanınan 67 yaşındaki Hawking'e 21 yaşındayken, tedavisi olmayan "Amyotrofik Lateral Skleroz" (ALS) hastalığı teşhisi konulmuştu. Hawking zamanla el ve kollarını kullanamamaya başladı ve sonunda tekerlekli sandalyeye mahkum oldu. Hawking, son yıllarda sesini de kaybettiği için, koltuğuna yerleştirilen, yazıları sese dönüştürebilen elektronik bir alet sayesinde insanlarla iletişim kurabiliyor.,

----------------------------------------------------------------------------------------------

Oracle, Sun Microsystems'i satın aldı

ABD'li bilgi teknolojisi şirketi Oracle, Sun Microsystems'i 7.4 milyar dolara satın aldı.

ABD'li bilişim ve bilgi teknolojisi şirketi Oracle, Sun Microsystems'i hisse başına 9.50 dolara, yaklaşık 7.4 milyar dolar bedelle satın altığını açıkladı.

Oracle, Sun'ın satın alınmasının faaliyet kârını ilk yıl 1.5 milyar dolar, ikinci yıl ise 2 milyar dolar arttıracağını belirtti.

Daha önce, IBM Sun'ı satın almak için anlaşmış, ancak taraflar anlaşmadan vazgeçmişti. IBM 7 milyar dolarlık teklifini geri çekmişti.

Sun Microsystems, yönetim kurulunun anlaşmayı oy birliğiyle onayladığını, hissedarların ve hükümetin düzenleyici kurullarının onaylamasından sonra anlaşmanın bu yaz tamamlanmasını beklediğini kaydetti.

Sun Microsystems Başkanı Scott McNealy, ''Oracle ve Sun sektörün öncüleri ve 20 yıldan fazla bir süredir yakın ortaklar. Bu birleşme bizim ilişkimizin doğal bir evrimi'' dedi.

Kriz nedeniyle ürünlerine olan talebin düştüğü Sun Microsystems'in arka arkaya üçüncü çeyrekte de zarar açıklaması bekleniyor.

Şirket ayrıca 6 bin kişiyi işten çıkarma sürecinde bulunuyor.

-----------------------------------------------------------------------------------------------

Hindistan casus uydu fırlattı

Hint yetkililer İsrail yardımı ile geliştirdikleri uydunun, ilerde Mumbai'deki gibi saldırılara karşı istihbarat toplayabilmek amacıyla kullanılacağını belirtti.

Hindistan, İsrail tarafından yapılan, gözetleme yetenekleri geliştirilmiş bir casus uyduyu yörüngeye yerleştirdiğini açıkladı.

Bulutların ötesini görebilen, gündüz ve gece tam görüş kapasitesine sahip olan uydunun Hindistan'ın uzun zamandan beri ihtiyaç listesinde olduğu belirtildi.

Uydunun satın alım sürecinin 26-29 Kasım 2008'de gerçekleşen Mumbai saldırılarının ardından hızlandırıldığı belirtiliyor. Bu saldırılarda 10 silahlı terörist, 165 kişinin hayatını kaybetmesine neden olmuştu.

----------------------------------------------------------------------------------------------

Osmanlı kadınına dair efsaneler ve gerçekler

Amerikan asıllı Aslı Sancar'ın, ''Osmanlı Kadını: Efsaneler ile Gerçekler'' adlı kitabı, Kaynak Yayınları'ndan çıktı.

ABD'nin kitap oskarları sayılan Benjamin Franklin Awards'da, bin 800 yapıt arasından tarih alanında yayınlanmış ''En İyi Eser'' seçilen kitap, Osmanlı kadını hakkında 19. yüzyıldan itibaren oluşmuş, ''fanteziye dayalı, olumsuz ve Oryantalist'' görüşleri inceliyor.

Osmanlı coğrafyasında uzun süre yaşamış Lady Montague, Julia Pardoe ve Lucy Garnett gibi Batılıların yazdıklarından alıntılar da yapılan kitapta, Osmanlı kadınının ''Oryantalist kaynaklarda gösterildiği gibi pasif, zayıf, Harem'de tutsak, sadece bir zevk aracı değil, aksine aktif, güçlü ve toplumda çok önemli yere sahip bir kadın olduğu'' anlatılıyor. Osmanlı kadınının Harem'de hiçbir hakka sahip olmayan bir ''köle'' gibi sunulduğu Batılı tasvirler, Osmanlı sicil defterlerinden belgelerle çürütülüyor.

Kitabın en ilgi çekici noktası ise Osmanlı kadınlarının o dönem Avrupalı kadınlarda bile bulunmayan haklara sahip olduğunu gün ışığına çıkartıp hatırlatması...

''EGZOTİK VE EZİLMİŞ KADIN'' SUNUMU...

33 yıldır Türkiye'de yaşayan ve adını değiştirerek Türk vatandaşı olmayı seçen Sancar, 1990'lı yıllarda Harem ile ilgili bir kitabın eline geçmesiyle bu konuya ilgisinin başladığını söyledi.

''Kitap çok güzeldi ama tam bir oryantalist bakış açısı vardı'' diyen Sancar, bu görüşlerin doğru olup olmadığını merak ederek araştırmaya başladığını, Türkiye ve dünyadaki birçok kaynağı ulaşmaya çalıştığını anlattı.

Sancar, ''Çoğunlukla Avrupa seyyahlarının yazıları var ama Batıda bu konuda bir boşluk olduğunu, kaynakların eksikliklerini gördüm. O nedenle İngilizce bir kaynak oluşturmaya karar verdim'' dedi.

Kaynakları inceledikçe Osmanlı kadını hakkında bilmedikleri çok şey olduğunu gördüğünü ifade eden Sancar, yabancıların gözünden Osmanlı kadını hakkındaki ''efsane ve gerçekleri'' şöyle dile getirdi:
''Genel olarak Oryantalist bilim adamlarının sunduğu yayınlar var. Osmanlı kadını egzotik ve ezilmiş olarak gösteriliyor. Bu konudaki benim görüşlerim de araştırmalarımla çok değişti. En önemlisi Osmanlı kadının haklarını öğrendim. 1882'ye kadar bir İngiliz evli kadının mal sahibi olma veya miras hakkı yok. Malları kocasına ait, kendi adına dava açamıyor. Boşanma hakkı yok, boşandığında çocukları kocaya veriyorlar. Halbuki Osmanlı kadınının evlilikte kontrat yapma, istediği şartları koyma, boşanma hakkı var. Mal sahibi ve izni olmadan malları kullanılamıyor, mirasa sahip. Dava açabiliyor, küçük çocuklar anneye veriliyor. Bunların farkına vardım, bunlar benim için yeni bilgilerdi. Gördüm ki bildiğimiz efsane hakikatten gerçekten çok farklı...''

''OSMANLI KADININI TÜRKLER BİLE BİLMİYOR''

Sancar, bu konuyu Türkiye de bile birçok kişinin bilmediğine dikkati çekerek, ''Kitaplarda bu konudan pek bahsedilmiyor ve Türkiye'deki kitaplar da yabancı kaynaklı olduğu için onlarda da bu konu geçmiyor. Halbuki Osmanlı kadınının o dönem çok önemli hakları var ve bunu kullanıyor. Bunun bilinmemesi üzücü'' diye konuştu.

Aslı Sancar, Osmanlı kadınının toplum ve aile içinde çok itibarlı bir statüye sahip, zarafet ve estetik yönünün dikkat çekici olduğunu vurguladı.

AVRUPALI KADINDAN DAHA MEDENİ

Kitapta, Osmanlı kadınının yaşadığı Harem'in, düşünülenin aksine, kadınların rahatça bulunduğu ve misafirlerini ağırladıkları, ailece güzel saatler geçirdikleri yer olduğu belirtiliyor.

Batılı seyyahlardan alıntılar yapılan kitapta, D'ohsson'un, Osmanlı kadını hakkında şu ifadeleri yer alıyor:
''Tabiat, Doğu'nun kadınına hem zarafet hem de cazibe bahşetmiş. Tavırları soylu ve zarif. Davranışları hoş, konuşması açık, saf ve incelikli. En azından Türk Haremleri'ne sıkça girip çıkmış Hristiyan kadınların hepsi bunda ittifak ediyor. Bunun böyle olmadığına inanmak için de hiçbir sebep yok. Ben şahsen pek çok ortamda Türk kadınlarıyla bir araya geldim. Konuşmalarındaki sadelik, ifadelerindeki açıklık, düşüncelerindeki incelik, ses tonlarındaki zarafet ve davranışlarındaki seçkinlik beni her zaman için çok etkiledi.''

Bir Avrupalı kadın Miss Julie Pardoe'nün gözünden Osmanlı kadını ise şöyle:
''Avrupa'da çok sık karşılaşabileceğiniz, o insanda konuşmaya heves bırakmayan kayıtsızlığın ya da tepeden bakan soruşturmacı tavrın Türk hanımefendilerinde de olabileceğinden korkmanıza hiç gerek yoktur. Onlarda tam tersine insana hoşnutluk veren, yürekten gelen bir medenilik vardır. Bu memleketin bütün insanlarında görebileceğiniz sezgisel nezaketlerinden doğar bu halleri...''

Osmanlı kadınının özgürlüğüne dikkat çeken Pardoe ise şaşkınlığını, ''Hepimizin inanmaya yatkın olduğu üzere özgürlük mutluluksa, Türk kadınları en mutlu kadınlardır, çünkü tüm imparatorluktaki en özgür insanlar onlardır'' sözleriyle dile getiriyor.

----------------------------------------------------------------------------------------------

Güneş uçağı Alp'leri geçti

İlk kez güneş enerjisiyle çalışan bir uçak Alp'leri geçti.

Sunseeker 2 adlı güneş uçağı ilk kez Alp'leri geçti.

Bu zor ve ilginç yolculuğun mimarı Eric Raymond.

Raymond, 5.5 saat süren yolculuğun ardından açıklama yaptı.

Uçakla Alp'leri geçen Eric Raymond şunları söyledi: "Hayatım boyunca yaptığım en zor şeylerden biriydi. Ama aynı zamanda yaptığımı en güzel ve etkileyici uçak yolculuğuydu. Hava çok bulutluydu. Zaman zaman büyük zorluklar yaşadım. Uçağım bulutlar nedeniyle alçalmak zorunda kaldı. Ama bulutlar aralandığında tekrar güç kazanıp yükselebildim. Tüm yolculuk 5.5 saat sürdü. Geri döndüğümüzde televizyon kameraları bizi bekliyordu. Bundan sonraki hedefimiz daha uzun bir yolculuk yapabilmek"...

--------------------------------------------------------------------------------------------

Kayserili hidrojen aracı Almanya'da

Erciyes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi öğrencilerinin hazırladıkları ''Katre Mobil'' isimli hidrojen aracı, Almanya yolcusu...

Erciyes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi öğrencilerinin hazırladıkları ''Katre Mobil'' isimli hidrojen aracı, bu yıl Almanya'da yarışacak.

Mühendislik Fakültesi Temiz ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Kulübü öğrencileri tarafından hazırlanan ve hidrojen ile çalışan araç, Almanya'ya gidişi öncesinde, Rektör Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur'un da katılımıyla basına tanıtıldı.

Rektör Keleştemur, burada yaptığı açıklamada, günümüzde kullanılan enerji kaynaklarının çevreyi kirlettiğini ve tükendiğini, bu nedenle yenilenebilir enerji kaynaklarının gittikçe önem kazandığını söyledi.


18 Nisan 2009 Cumartesi

Son Gelişmeler-8

ODTÜ'den 'Otomobilini tasarla' çağrısı

ODTÜ Ar-Ge Topluluğu, üniversitelerin lisans ve lisansüstü öğrencilerine yönelik 'UNİTO Otomobil Tasarım Yarışması' düzenledi.

Yarışmanın organizasyon sorumlusu Utku Ulaş İnce'nin verdiği bilgiye göre, "ARGET ÜNİTO Otomobil Tasarım Yarışması", tasarımcıların ilgisini otomotiv sektörüne çekmek, fakültelerde sağlam bir otomotiv tasarım altyapısı oluşmasına katkı sağlamak amacıyla düzenleniyor.

Türkiye'deki üniversitelerde öğrenim gören hazırlık, lisans ve lisansüstü öğrencilerin katılımına açık olacak yarışmada, "Heyy üniversiteli, kendi otomobilini kendin yarat" sloganı kullanılacak.

Jüri üyeleri, değerlendirmelerinde üniversitelilerin ihtiyaçlarını giderecek yaratıcı çözümler içeren bir otomobil konseptinin oluşturulmasının yanı sıra, otomobilin "güvenli, ekonomik, geleceğe dönük ve çevreye duyarlı" özelliklerini ölçüt olarak kullanacak.

Yarışmaya katılmak isteyenler, el çizimlerini en fazla 5 adet A3 boyutunda kağıt kullanarak yapacak. Tüm tasarımlar, yarışmacıların çeşitli kalem ve boya kullanarak yaptıkları çizimlerden oluşacak ve çizimlere 600 kelimelik bir rapor eklenebilecek.

Değerlendirme sonrası ilk 10'a girmeye hak kazanan tasarımlar, www.argetunito.com internet sitesinden ilan edilecek.

Yarışmada jüri üyeliğini, otomotiv devi Tofaş'ın Ar-Ge direktörlüğünün yanı sıra, çok sayıda üniversiteden öğretim üyesi, araştırmacı ve otomotiv tasarımcısı yapacak.

Yarışmanın birincisine, laptop ve Rhinoceros 3D modelleme programının sınırsız süreli versiyonu ile uçak ve vize ücreti hariç bedelsiz "work and travel" fırsatı sunulacak.

İkinciye, A4 Profesyonel Dizayn Tablet ve Rhinoceros 3D modelleme programının sınırsız süreli versiyonu, üçüncüye de A5 Grafik Tablet ile Rhinoceros 3D modelleme programının sınırsız süreli versiyonu verilecek.

Yarışmaya başvurular, 1 Haziran 2009'a kadar yapılacak ve 23 Ekimde başarılı tasarımlar açıklanacak. İlk 10'a giren tasarımcılar, Ekimde yapılacak galada, jüri üyeleri ve katılımcılara otomobil tasarımlarını anlatacak.

-----------------------------------------------------------------------------------------------

Türkiye'ye yeni LED TV'ler geliyor

Samsung, Türkiye pazarına sunacağı yeni LED TV'lerini tanıttı.


Samsung Electronics ve Türkiye’deki ana distribütörü Anadolu Elektronik ortaklaşa düzenledikleri basın toplantısı ile yeni nesil LED TV serisini tanıttı.

LED 8, LED 7 ve LED 6 olarak 3 farklı seriden oluşan TV’ler, geleneksel CCFL (Soğuk Katot Floresan Lambalar) yerine LED (Light Emitting Diode", Işık yayan diyot) teknolojisini birincil aydınlatma kaynağı olarak kullanıyor. Samsung LED TV’ler CCFL gibi bileşenlerden arınmış durumda. Bu teknoloji sayesinde, güç kaynağı ve alıcı da dahil olmak tüm tasarım oldukça ince bir kasa içine sığdırılıyor.

2009’un Nisan ayında satışa sunulacak Samsung LED TV’ler bundan böyle literatüre de “Mega„ olarak geçecek. Yeni nesil LED TV'ler, yüksek dinamik kontrast oranları ve Samsung’un sektörde büyük yankı uyandıran LED aydınlatma kaynağı ile öne çıkıyor.

-----------------------------------------------------------------------------------------------

Yayalar için hava yastığı

İngiltere’de yayaları koruyacak hava yastığı geliştirildi. Otomobillerin kaputuna yerleştirilen hava yastığ kaza anında açılarak yayaların maruz kaldıkları darbelerin etkisini azaltıyor.

Trafik kazaları sırasında, otomobilin içinde bulunanlar aracın farklı yerlerine yerleştirilmiş hava yastıkarı tarafından korunuyor. Ancak yayalar, darbenin etkisini azaltacak bu tür korumalara sahip değil.

İngiltere’nin Cranfield Üniversitesi’nde, trafik kazalarında yayaların maruz kaldığı darbeleri hafifletecek bir hava yastığı geliştirildi.

Sistem iki bölümden oluşuyor. Çarpışma gerçekleşmeden hemen önce otmobilin kaputu, çarpmanın etkisini azaltmak üzere açılıyor. Aynı anda da aracın kaportasının arka bölümüne yerleştirilen hava yastığını, sensörler harekete geçiriliyor. Otomatik olarak açılan dev hav yastığı, otomobilin ön camını kaplıyor.

-----------------------------------------------------------------------------------------------

Vardiya değişikliği hasta ediyor

Zaman dilimi ve vardiya değişikliği, beyindeki iki uyku kontrol merkezinin uyumunu bozarak hasta ediyor...

Uzun uçak yolculuklarıyla yaşanan zaman dilimi değişikliği ve farklı vardiyalarda çalışma sonucu ortaya çıkan jetlag/shiftlag hastalığının, beyindeki iki uyku kontrol merkezinin arasındaki uyumun bozulması sonucu oluştuğu bildirildi.

Amerikalı bilim adamları, vücudun alışık olduğu ışık şartlarının değişmesi, gündüz ile gecenin karışması halinde, beyinde derin uyku evresini kontrol eden merkez ile REM uykusunu kontrol eden merkezin birbiriyle uyumlu çalışmalarının bozulduğunu tespit etti.

Alman Bild der Wissenschaft dergisindeki habere göre, araştırmayı yürüten Washington üniversitesi bilim adamlarından Horacio de la Iglesia, alışık olduğu zamanlarda karanlık ve aydınlığı yaşamayanlarda bu iki merkezin ritminin bozulduğunu, merkezler arasındaki senkronizasyonun tamamen kaybolduğunu belirtti.

---------------------------------------------------------------------------------------------

Dünyada her 40 saniyede bir intihar

Her yıl bir milyondan fazla kişinin intihar ettiği, Kuzey Avrupa'daki intihar oranının yüksek olduğu, gelişmiş ülkelerde erkekelerin kadınlara oranla daha fazla hayatına son verdiği ve 'sert' yollara başvurduğu vurgulandı.

Dünyada her 40 saniyede bir kişinin intihar ettiği ifade edildi.

İngiliz The Lancet dergisinde haftasonu yayımlanacak, konuya ilişkin önceki araştırmaları derleyen makaleye göre, dünyada her yıl bir milyondan fazla kişi intihar ediyor, bu da her 40 saniyede bir kişinin yaşamına son verdiği anlamına geliyor.

Belçika'nın Gand Üniversitesi Hastanesi'nden Kees van Heeringen ve İngiltere'nin Oxford Üniversitesi'nden Keith Hawton'ın kaleme aldığı makalede, güneş ışığının az olduğu Kuzey Avrupa ülkelerinde intihar oranının genellikle daha yüksek olduğu belirtildi.

Makalede, gelişmiş ülkelerde erkeklerin kadınlardan 2 ila 4 kat fazla intihar ettiğine ve yaşamına son veren kadın ve erkeklerin sayısındaki bu uçurumun arttığına dikkat çekildi. Ancak makalede, Çin'de kadınların erkeklerden daha fazla yaşamına son verdiği de kaydedildi.

Bilim adamları birçok ülkede yaşlıların gençlerden daha fazla intihar ettiğini ancak yaklaşık 50 yıldır gençlerde de intiharın arttığını belirttiler.

İNTİHAR ORANI İLKBAHARDA EN ÜST SEVİYEDE
İntihar oranının ilkbaharda, özellikle erkeklerde en yüksek seviyeye çıktığı, ilkbaharda ya da yaz başında doğan, özellikle kadınların, intihar etme riskinin daha yüksek olduğu vurgulandı.

YERLİ HALK, İŞSİZLER VE TIP ALANI...
Yerli halkta (örneğin Avustralya yerlileri aborjinlerde) intihar oranının daha yüksek olduğuna dikkati çeken bilim adamları, bunun sosyal dışlanma ve fazla alkol tüketimine bağlı olabileceğini belirtti.

İşsizlerin çalışanlardan daha fazla intihar ettiğinin ifade edildiği makalede, ancak bazı meslek gruplarında (özellikle tıp veya paramedikal alanında çalışanlarda) ilaçlara kolayca ulaşabilme imkanı olduğu için intihar riskinin artabileceği vurgulandı. Makalede, özellikle anestezi uzmanlarının risk altında olduğuna dikkat çekildi.

ERKEKLER İNTİHARDA DAHA SERT
Genellikle erkeklerin sert bir yöntemle, kendini asarak ya da tabancayla intihar ettiği, kadınlarınsa kendini zehirleme yöntemine başvurduğu kaydedildi. Ancak bilim adamları, Güney Asya'da kadınların kendilerini yakarak intihar ettiği örneğini de verdi.

Makalede "intihar araçlarına" ulaşabilme kolaylığının intihar yönteminin seçiminde rol oynadığı belirtildi. Örneğin ABD'de silahla, gelişmekte olan ülkelerde, kırsal bölgelerde de böcek öldürücü ilaçları içerek intihar edenlerin sayısının fazla olduğuna dikkat çekildi.

Ruhsal sorunların büyük bir risk faktörü olduğunu vurgulayan bilim adamları, hayatına son verenlerin yüzde 90'ının psikiyatrik sorunlarının bulunduğunu ve depresyonun, riski 15 ila 20 kat artırdığını belirttiler.

Ailede intihar edenlerin bulunmasının kadınlarda intihar riskini 2 kat artırdığını vurgulayan bilim adamları, kanser, AİDS gibi hastalıkların da intihar ihtimalini güçlendirdiğini ifade etti.

Fiziksel şiddet, çocuklukta cinsel istismar, doğal afetler veya ünlü birinin yaşamını yitirmesi (örneğin Prenses Diana) gibi etkenlerin de intihar riskini artırabileceği kaydedildi.

İntihar, ölüm nedenlerinin 10. sırasında yer alıyor. İntihar vakalarının yüzde 30'una Çin'de rastlanıyor. Eski Sovyet ülkelerinde de intihar endişe verici seviyede.

---------------------------------------------------------------------------------------------

Yeni Office sürümü 2010'da çıkacak

Microsoft'un yeni üretkenlik yazılımı paketi Office'in yeni sürümü 2010 yılında piyasaya sürülecek.

İş hayatının en çok kullanılan üretkenlik yazılımı paketi Microsoft Office'in yeni sürümü 2010 yılında piyasaya sürülecek. Yeni sürümün 2010'un ilk yarısında satıcılara dağıtılması hedefleniyor.

Microsoft'un Office birimi başkan yardımcılarından Chris Caposella, ürünün satıcılara dağıtılmasının ardından altı hafta içinde tüketicilere ulaşabileceğini ifade ediyor. Ancak bu süre dağıtım kanallarında oluşabilecek farklılıklardan dolayı değişebilir.

Bazı endüstri araştırmacıları yeni sürümün bu yıl içinde pazara sürülebileceğini ifade ediyordu ancak, bu söylenti Microsoft'un bir numaralı adamı Steve Ballmer'ın Şubat ayında analistlerle gerçekleştirdiği bir toplantı sırasında yalanlanmıştı.

----------------------------------------------------------------------------------------------

Nötron yıldızların kabuğu, çelikten 10 milyar kat güçlü

Yapılan en son bilgisayar simülasyonlarının ölçümlerine göre, nötron yıldızlarının kabukları çelikten 10 milyar kat daha güçlü.

Nötron yıldızları, süpernova patlamalarının ardından devasa boyuttaki yıldızlardan geri kalan, ultra yoğun kütleler olarak biliniyor. Sahip oldukları yüksek yoğunluğu tanımlamak için "Güneş'in sahip olduğu kütlenin 20 kilometrelik bir çapa sahip küre içine sıkıştırılmış hali" tanımı kullanılıyor. Bazıları saniyede yüzlerce kez ekseni etrafında dönebiliyor.

Sahip oldukları sıradışı çekim gücü ve dönüş hızları nedeniyle, nötron yıldızlarının üzerinde bulunan girinti ve çıkıntıların, devasa büyüklükte dairesel dalgalar yayabileceği düşünülüyor.

Ancak bunun mümkün olması için, dış kabuklarının üzerinde girinti ve çıkıntıların olmasını ya da en azından yüzeylerinin asimetrik olması gerekiyor.

----------------------------------------------------------------------------------------------

Bilim insanları canlı robot üretmek için yarışacak

Massachussets Instute of Technology (MIT) tarafından düzenlenen “International Genetically Engineered Machine” yarışması dahilinde bilim insanları en iyi makineyi yapmaya çalışacaklar.

Dünya genelinde yüzlerce laboratuvarda bu haftadan itibaren bir yarışma için hummalı bir çalışma olacak. MIT tarafından düzenlenen uluslararası yarışması için bilim insanları, en iyi makineyi yapmak için çalışacaklar. Yarışmanın en önemli koşulu, yapılacak makinenin tamamen canlı organizmalardan oluşması.

Bilim insanlarının menteşe ve kapı kolları yerine, biyolojik hücrelerde bulunan mikroskobik büyüklükteki bileşenleri kullanmaları gerekiyor. Yarışmacılar makinelerini yaparken tornavida ve matkaplar yerine iş aleti olarak genetik mühendisliği kullanacak.

Bu yıl altıncısı düzenlenen yarışmanın amacı yaşamın basit formunu genetik olarak değiştirerek teknolojik olarak kullanabilir hale getirmek. Bilim insanları bu yarışma sonucunda içinde DNA ve hücresel makinelerle dolu biyolojik bir nalbur dükkanına sahip olmayı amaçlıyor.

------------------------------------------------------------------------------------------------


BİLİM PAYLAŞMAKTIR,PAYLAŞMADIKCA ARTMAZ,ARTMADIKCA ÖĞRENİLMEZ...

15 Nisan 2009 Çarşamba

ÇANAKKALE





















































-

Son Gelişmeler-7

Kalbi onarmak mümkün mü?

Gelişim sürecinde kalbin ürettiği bir proteinin, zarar görmüş kalp hücrelerinin onarılmasını ve kalbi besleyen damarların artmasını sağladığı bildirildi.

Teksas Üniversitesinden Dr. Michael J. DiMaio ve ekibinin fareler üzerinde yaptığı araştırma, Timosin Beta-4 (TB4) molekülünün kalp kasına kan ve oksijen taşıyan atardamarların gelişmesini sağladığını gösterdi.

Fransız "Le Nouvel Observateur" dergisinin internet sitesindeki habere göre DiMaio, bu molekülün, vücuttaki hücreleri yeniden programlama özelliğine sahip olduğunu söyledi.

Kalp krizinin kalbe verdiği zararın değiştirilemediğini, kalp krizi esnasında kalbe kan akışının aniden durmasıyla kalp hücrelerinin öldüğünü ve tıbbın zararı onaramadığını ifade eden bilim adamları, bu nedenle fareler üzerinde yapılan bu araştırmanın umut verici olduğu, kalp krizinin ardından TB4 verilmesinin iyileşmeye yardımcı olabileceği görüşünü taşıyor.

Araştırmacılar, bu molekülün başka memelilerde denenmesi ve TB4'ün etkin hale getirdiği alıcıların belirlenmesi için başka araştırmaların da yapılması gerekliliğine işaret ettiler.

Söz konusu araştırma, Journal of Molecular and Cellular Cardiology dergisinin yeni sayısında yer alıyor.

-----------------------------------------------------------------------------------------------

Haz veren dokunma hissi incelendi

İsveç'in Göteborg Üniversitesi ve ABD'nin Kuzey Carolina Üniversitesinde, ''haz veren dokunma hissi'' incelendi. Buna göre dokunma, iletişimin sürmesinde büyük öneme sahip...

''Nature Neuroscience'' dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, beynin görme, duyma, koklama ve tat alma duyuları ile bilincin yardımıyla dokunma duyusu, eğer haz veriyorsa insanlar arasında iletişimde önemli işlevi olduğunu gösterdi.

Araştırmada yer alan Unilever şirketinden Prof. Dr. Francis McGlone, ''Dokunma, iletişimin sürmesinde büyük öneme sahip olabiliyor'' dedi.

Evrimsel olarak üremede de dokunmanın çok önemli olduğunu kaydeden McGlone, ''Ama davranışın doğal ödülünü bulması ve ilişkinin sürmesinde de önde geliyor'' dedi.

-----------------------------------------------------------------------------------------------

İlk kopya tek hörgüçlü deve dünyaya geldi

Dünyanın ilk kopya tek hörgüçlü devesi Dubai'de dünyaya geldi.

Araştırmacılardan Nisar Vani, 8 Nisan'da Dubai'deki laboratuvarda dünyaya gelen devenin, dünyanın ilk kopya devesi olduğunu belirtti.

Vani, Dubai'de tek hörgüçlü develerin süt üretiminde ve yarışlarda çok sık kullanıldığını söylerken, bilim adamı Lulu Skidmore da araştırmaların süt üretimi ve yarışlara uygun genlerin korunma yollarını gösterdiğini ifade etti.

Araştırmacılar, bu gelişmenin deve ırkının iyileştirilmesine önemli bir adım olduğu vurgulandı.

----------------------------------------------------------------------------------------------

Barajlar fazla doldu, su boşaltılıyor

Bursa, Yalova, Kocaeli ve Balıkesir'de doluluk oranı yüzde 100'ü bulan barajlardan su tahliyesi sürüyor. Uludağ'daki kar yaz boyu barajları besleyecek.

2008-2009 kış sezonunda yağan kar ve yağmur, geçen yıllarda sıkıntıların yaşandığı barajları doldurdu.

Mevsim normallerinin üzerinde yağış alan Marmara Bölgesi'nde bulunan barajlar, karların erimesi ve halen aralıklarla yağmurun sürmesi nedeniyle yüksek doluluk oranlarını koruyor ve kapakları açık tutuluyor.

Bursa'daki Doğancı Barajı'nda doluluk oranı yüzde 80'de tutuluyor. Doğancı Barajı'nı besleyen kaynaklardan su gelmeye devam ettiği için barajdan saniyede 18 metreküp su tahliye ediliyor.

---------------------------------------------------------------------------------------------

Geri dönüşümün böylesi

Kosta Rika'da Manuel Antonio Ulusal Parkı'nın hemen yanıbaşında inanılmaz bir otel var...

Bir zamanlar 1965 model Boeing 727 idi... Artık iki yatakodası olan bir otel...

Çevreci bir tatil geçirmek isteyenler için birebir... Eskiyen uçakları otel olarak kullanmak giderek moda haline geliyor. Tek sorun uçakların yeni yerlerine ulaşımlarını sağlayabilmek.

Uçak San Jose havaalanından parça parça taşınarak bugünkü yerine getirildi. Sahilden bulunduğu noktaya taşınması için 5 büyük kamyon kullanıldı.

-----------------------------------------------------------------------------------------

Japonya'da 680 balina öldürüldü

Japonya'daki geleneksel balina avında, bu yıl 680 balina avlandı. Hayvan hakları savunucularının çabalarıyla bu sayının planlanandan düşük olduğu belirtildi.

Japonya Balıkçılık Kurumu'ndan yapılan açıklamada, hayvan haklarını savunan derneklerin çabaları sonucu, bu sayının planlanandan düşük olduğu belirtildi.

Ülkede, yaşatılması gereken kültürel bir gelenek olarak görülen balina avı kapsamında, bu yıl 935 balinanın öldürülmesinin planlandığı, ancak beş aylık av süresince 679 gri balina ve 1 fin balinasının öldürüldüğü bildirildi.

Balina avına çıkan 6 gemilik filodaki bazı gemilerin, hava muhalefeti ve "Sea Shepherd Conservation Society" adlı av karşıtı çevreci derneğe ait geminin, filodaki Japon gemilerinden birinin küpeştesine çarpması sonucu erken döndüğü kaydedildi.

--------------------------------------------------------------------------------------------

En ölümcül 10 hayvan

Her yıl 2 milyon kişinin ölümüne yol açan sivrisinek listenin 1. sırasında.

İngiliz Daily Telegraph gazetesinde yer alan "En ölümcül 10 hayvan" listesi, şu şekilde oluşuyor:

1- Sivrisinek:
Sıtma parazitleri taşıyan sivrisinekler, her yıl 2 milyon kişinin ölümüne neden oluyor.

2- Asya kobrası:
Kobra yılanı en zehirli hayvan olmamasına karşın, Hindistan'da her yıl yılan sokmasının neden olduğu 50 bin ölümün büyük bölümünden Asya kobrası sorumlu tutuluyor.

3- Denizanası:
Suda yaşayan en zehirli canlı olarak bilinen Avustralya kıyılarındaki denizanaları, kare şeklinde olmaları nedeniyle "kutu" denizanası olanak anılıyor. Bu denizanalarının tek bir dokunacı, 60 kişinin ölümüne yol açacak kuvvette toksin içeriyor. Bilindiği kadarıyla 1884'ten bu yana 5 bin 567 kişinin ölümüne neden oldu.

4- Büyük beyaz köpekbalığı:
Harharyas olarak da bilinen büyük beyaz köpekbalığının boyu 6 metreye, ağırlığı 1,7 tona kadar ulaşabiliyor. Harharyas saldırılarında her yıl 30 ile 100 arasında insan ölüyor.

5- Afrika aslanı:
Savanların en büyük yırtıcısı, dünyanın en büyük dört kedi türünden biri olan Afrika aslanı, grup halinde yaşar ve avlanır. Kükremesi 5 kilometre öteden duyulabilen Afrika aslanı, Tanzanya'da her yıl yaklaşık 70 kişiyi öldürüyor, Afrika'da ise yılda 250 kişinin ölümünden sorumlu tutuluyor.

6- Avustralya tuzlu su timsahı:
Dünyanın en uzun sürüngeni olan Avustralya tuzlu su timsahının boyu 7 metreyi geçebiliyor. Geniş bir besin yelpazesine sahip olan tuzlu su timsahları, daha çok pusu kurarak avlanıyor. Tuzlu su timsahlarının saldırılarında her yıl binden fazla kişi ölüyor.

7- Fil:
Ortalama ağırlığı 16 ton olan filler, ezerek ve dişiyle darbe indirerek her yıl 600 kadar insanın ölümüne neden oluyor.

8- Kutup ayısı:
Kuzey Kutup bölgesinin karlı sahillerinde, buzullar üzerinde yaşayan kutup ayıları, yavrularını korumak için her çabayı sarf ediyor ve bir tehdit hissettiğinde derhal saldırıya geçiyor. Sadece bir pençe darbesiyle insanın başını koparma gücüne sahip kutup ayıları, karada, suda ve hatta suyun içinde rahatlıkla avlanabiliyor.

9- Afrika mandası:
Yaklaşık 2 metre boya ve 900 kilograma ulaşan Afrika mandaları, kendisine hedef alan avcılara saldırmaktan çekinmez. Savunmacı doğası yüzünden insanlar için tehdit oluşturan Afrika mandaları her yıl, diğer saldırgan hayvanlara oranla daha çok insan ölümüne yol açıyor.

10- Kokoi zehirli ok kurbağaları:
Güney Amerika'da yaşayan zehirli ok kurbağaları, ölümcül toksin taşıyıcılarıdır. Derisinden saldığı zehir, 10 kişiyi öldürme kuvvetine sahiptir.

-------------------------------------------------------------------------------------------

Dünyanın en ilginç ev hayvanı

ABD'de yaşayan Angela Goodwin, evini, köpek veya kedi ile değil, Guyana'da itlaf edilmekten son anda kurtulan bir karıncayiyen ile paylaşıyor.

Dünyanın en ilginç ev hayvanı olmaya aday "Pua" adındaki karıncayiyen, tropik iklim hayvanı olmasına rağmen Goodwin'in giydirdikleriyle "karizması biraz çizilmiş" gibi dursa da, kendisini ana vatanında gibi hissediyor.

Pua'nın ev hayatına ve farklı bir iklime uyumu hakkında bilgi veren Goodwin, hayvanının kıyafeti ilk giydiğinde hiçbir zorluk çıkarmadığını, şimdi ise bir gardrop dolusu kıyafete sahip olduğunu söyledi.

Akıllı olmalarıyla bilinen kırıncayiyenlerin insanları çok sevdiğini ve ev hayatına çok çabuk uyum sağladığını ifade eden Goodwin, üç yıldır sahibi olduğu Pua ile zaman zaman beraber uyuduklarını belirtti.

-------------------------------------------------------------------------------------------------