20 Mart 2009 Cuma

Bazı bilimadamlarının ilginç özellikleri

Bilimadamları da hepimiz gibi insanlardır.Onların da zaafları,aşırı davranışları ve bir takım saplantıları olabilir.Bu özelliklerin çoğu bize garip görünebilir. Aslında bunların hepsi normaldir.Zira onlar kendi konularında çok farklı olsalar da sonuçta bize benzerler.Almış olduğum notlarda bana ilginç gelenlerin birkaçını paylaşmak istiyorum.
*
Carolus Linnaeus,kendisini aşırı derecede üstün gören bir kişiliğe sahipti.Övünmeyi o kadar ileri götürmüştü ki,dünyaya o güne dek kendisinden daha büyük botanikçinin gelmediğini ileri sürmüştü.Bulduğu sınıflandırma sisteminin,bilim dünyasının en büyük başarısı olduğunu sık sık açıklıyordu.Onun bu gibi övünmelerine şüpheyle bakan kişileri affetmez,adlarını zararlı otlara vereceğini söylerdi.Linnaeus’un bir diğer aşırı özelliği ise sekse olan yoğun ilgisiydi.Bazı çiftkabuklular ile dişilerin cinsel organları arasındaki benzerlik onun ilgisini çok çekiyordu.Bir midye türünün belli bölümlerine vulva,labia, pubes,anüs ve himen gibi isimler vermişti.Bitkileri sınıflandırmasını üreme organlarının doğasına göre yapmıştı.Bir de bu bitkilere aşırı seviyede insanlara özgü cilveler yakıştırmıştı.Çiçekler ve çiçek davranışları için yaptığı açıklamalarda ‘rastgele cinsel ilişki’,’kısır metres’ ve gerdek yatağı’ gibi benzetmeler yapardı.Bu durumda elbette birçok kişi kendisini yadırgıyordu.
*
Benjamin Thompson’un yaşamı boyunca edindiği unvan ve yaptığı görevlerin listesi hayli uzundur.Sosyal yaşamında kont ve sir ünvanları aldığı gibi devlet adamlığı ve askerlik yapmış,bu arada bilim tarihine adını da yazdırmıştır.1772 yılında,zengin bir dul olan Sarah Walker ile evlendi.New Hampshire’de bugün Concord olarak adlandırılan Rumford’a yerleşti.Henüz 19 yaşındaydı ve karısı kendisinden 14 yaş büyüktü.O tarihlerde yürütülen bağımsızlık savaşında İngiltere kralına bağlı kalanlardan biri oldu ve İngiliz yönetimine sadık kaldı.Üstelik İngiltere hesabına casusluk yaptı.1776 yılında,hürriyet davasına kayıtsız durduğu gerekçesi ileri sürülerek tutuklanma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca ailesini geride bırakarak İngiltere’ye kaçmak zorunda kaldı.
1805 yılında Fransa’da iken Lavoisier’in dul eşi ile evlendi.Ancak bu evlilik yürümedi.Boşandıktan sonra Fransa’da yaşamaya devam etti.
*
Edmond Halley,günümüzde,adının verildiği kuyrukluyıldız nedeni ile anımsanır.Oysa bu kuyrukluyıldızı kendisi keşfetmemişti.1682 yılında gördüğü bu cismin 1456,1531 ve 1607 yıllarında başkaları tarafından görülmüş olan kuyrukluyıldızla aynı olduğunu anladı.Onun yörüngesini hesapladı.Bu gök cismi
1758 yılına kadar,yani ölümünden 16 yıl sonrasına kadar henüz adlandırılmamıştı. Halley gerçekten çok yönlü bir bilimadamı idi Gezegenimizin tarihlendirilmesi konusundaki ilk ciddi önerilerden birisini yaptı.Dünya denizlerindeki toplam tuz miktarının,her yıl eklenen tuz miktarına bölünmesi ile elde edilecek sayının okyanusların yaşını ortaya çıkaracağını ileri sürmüştü.Böylece Yerküre’nin yaşı konusunda kabaca bir fikir edinebilirdik.Ancak o tarihlerde ne denizlerde ne kadar tuz olduğu,ne de her yıl eklenen tuz miktarını bilen yoktu.Böyle bir araştırma yapma olanağı da yoktu.Gemi kaptanlığı,kartograflık ve darphanade kontrolörlük gibi işleri yaptığı gibi derin deniz dalgıç hücresi gibi icatları da vardı.Geniş ilgi alanına afyonun etkileri bile girdiği gibi balıkları dört mevsim taze tutmaya yarayan metot da geliştirmişti.
*
Edwin Powel Hubble, Chicago Üniversite’sinde okurken matematik ve astronomi konusunda lisans derecesi aldı.Bu yıllarda iyi bir boksör olarak tanınıyordu.Ayrıca atletizmin pekçok dalıyla da ilgiliydi.Öğrenimini tamamladıktan sonra İngiltere’ye gitti.Oxford Üniversite’sinde hukuk öğrenimine başladı.İngiltere’de üç yıl kalıp döndükten sonra 1913’te avukatlık yaptı.Ancak bu işten kısa süre sonra vazgeçti.Lisede öğretmenlik ve basketbol koçluğu gibi uğraşılarda bulundu.Ama kısa bir süre sonra hepsinden bıktı.Gene astronomiye döndü.Çalışma yeri Wisconsin’deki Yerkes Gözlemevi’ydi.
*
Alçakgönüllü bilimadamları için bir örnek: Vardığı sonuçlara düşünerek ulaşan Einstein,herkes tarafından merak edilen bir kişiydi.Bir gün şair Paul Valery,fikirlerini kaydetmek için bir defter tutup tutmadığını sorunca biraz şaşırmış.’Hiç lüzum yok ki’ diye cevap vermiş.’Aklıma nadiren bir fikir gelir’
Diğer bir örnek: Dalton özel yaşamında da Quaker’ların mütevazi davranış kurallarını uyguluyordu. 1826 yılında bir Fransız kimyacı onunla tanışmak için Manchester’e geldi.Ünü bu kadar yaygın olan Dalton’u büyük bir enstitü binasında bulacağını sanmıştı.Sora sora şehrin arka sokaklarından birinde bulunduğunu öğrendi. Oraya varınca küçük çocuklara temel aritmetik dersleri verdiğini gördü.Oldukça şaşırıp Bay Dalton’la mı karşı karşıya olduğunu sordu.Zira aritmetiğin ilk 4 kuralını küçük bir çocuğa öğreten bu kişinin Avrupa’da nam salan kimyacı olduğuna inanamıyordu.Ama Dalton,aradığı kişinin kendisi olduğunu söyledi. Küçük çocuğun aritmetiğini düzeltinceye kadar biraz oturmasını rica etti.
*
1800’lü yılların başında İngiltere’de güldürücü gaz olarak bilinen diazot monoksit kullanımı oldukça yaygınlaşmıştı.İnsanlara son derece keyifli bir sarhoşluk duygusu verdiğinden herkes bu gazı solumak için fırsat kolluyordu.Nitekim 50 yıl boyunca özellikle gençler,uyuşturucu olarak diazot monoksit kullandı. Tiyatrolarda gönüllüler sıkı nefesler çekip neşeleniyorlar ve komik sendeleyişlerle izleyenleri eğlendiriyorlardı.Bu gaz ancak 1846 yılından sonra anestezik olarak kullanılmaya başlandı.İşte diazot monoksit gazının neşe veren sarhoşluğuna kendini kaptıranlardan birisi de Humphry Davy oldu.Ama aynı zamanda bu gazın herhangi bir hastalığa neden olup olmadığını da sınıyordu. Amonyak ile azotun asit ve oksit bileşiklerinin bileşimini inceledi.Bilim ve edebiyat çevresindeki dostlarını, diazot monoksitin solunum etkilerini bilim dünyasına açıklamaları için ikna etti.Bu arada hidrojen ve karbon monoksitten oluşan ve çoğu kez yakıt olarak ta kullanılan su gazını deneme amacıyla solurken neredeyse yaşamını yitiriyordu.
*
Othniel Charles Marsh ve Edward Drinker Cope,özellikle fosil konusunda uzmanlaşmış kişilerdi. Her iki bilim adamının ortak yönleri fazlaydı.İkisi de şımartılmış,hırslı,bencil,kavgacı,kıskanç,güvensiz ve mutsuz kişilerdi.Başlangıçta birbirlerine hayranlık duyuyorlardı.Çok iyi dostluk kurmuşlardı.Öyle ki fosil örneklerine birbirlerinin adını veriyorlardı.1868 yılında bugün bile bilinmeyen nedenlerle araları bozuldu.Aradan daha bir yıl geçmeden birbirlerine olan nefreti o kadar arttı ki sonraki 30 yıl boyunca bitmeyecekti.İlk 10 yıl karşılıklı nefretleri sessiz bir savaş gibiydi.Ama 1877 yılında olayların boyutu büyüdü.O yıl,Arthur Lakes adlı bir öğretmen, arkadaşı ile kırlarda yürüyüş yaparlarken Morrison civarında birtakım kemikler buldu.Kemiklerin dev bir ‘keler’e ait olduğunu anladı.Bu kemiklerin bir kısmını Marsh’a,bir kısmını ise Cope’a gönderdi.Çok memnun olan Cope, Arthur Lakes’e 100 dolar yolladı ve bu keşfinden özellikle Marsh’a bahsetmemesini istedi.Zor durumda kalan Arthur Lakes, Marsh’a başvurdu ve elindeki kemikleri Cope’a göndermesini rica etti. Marsh istenileni yaptı ama bu olayı hayatı boyunca unutmadı.Bu olay ikisi arasında sürmekte olan savaşı daha sert hale getirdi.Bazen emirlerindeki kazıcı ekiplerini birbirlerine taşlatıyorlardı.Bir gün Cope,Marsh’a ait sandıkları açmaya çalışırken yakalanmıştı.Her ikisi de yazmış oldukları yazılarında birbirlerine hakaret ediyorlardı.Her biri diğerinin bilimsel başarısını küçümsüyordu.Aslında bu durum çok ilginç bir sonuç veriyordu.İki araştırıcının birbirlerine olan nefreti çalışmalarını hızlandırmıştı.Onların bu rekabeti sayesinde,Amerika’da yaşadığı bilinen dinozor türlerinin sayısı 9’dan 150’ye çıkmıştı.Hemen hemen her dinozor,bu ikisinden biri tarafından bulunmuştur. Bazen hırslarına o denli kapılıyorlardı ki,zaten bilinen bir şeyi yeniden keşfediyorlardı.Artık yapmış oldukları sınıflandırma karmakarışık hale gelmişti.Bu işin düzene sokulması yıllarca sürmüştür.
*
William Thomson(Lord Kelvin),soğuma olayını Yerküre’in yaşının belirlenmesine uygulamak istiyordu.Yerküre’in Güneş’ten koptuğunda onunla aynı sıcaklıkta olduğunu ve sürekli soğuduğunu varsayıyordu.1862 yılında Yerküre’in yaşının 200 milyon yıldan fazla olamayacağını hesapladı.Kesin olarak 98 milyon yıl olduğunu söyledi.Zaman içinde yeni yeni rakamlar öne sürdü.1897 yılındaki tahmini 24 milyon yıldı.1899 yılında bu sürenin 20-40 milyon yıl arasında olduğunu ileri sürdü.Oysa jeolojik bulgular bu sürenin 200 milyon yıldan çok daha fazla olduğunu ortaya koymuştu.Bu konuda kesin bir rakam önerememesi, Yerküre’in gerçek yaşının çok ötesinde tahminler yapması o günlerin bilim dünyası içinde normaldi.Zira henüz radyoaktivite olayı bilinmiyordu. Yerküre’in Güneş’ten bağımsız bir ısı kaynağına sahip olduğu anlaşılmamıştı.En önemlisi,Güneş büyüklüğünde bir cismin en fazla birkaç on milyon yıldan uzun süre boyunca ve yakıtını tüketmeden nasıl yandığını açıklayacak bilgi yoktu.Herkes Güneş ve gezegenlerin genç olması gerektiğini düşünüyordu.Kelvin,yaşamı boyunca 600’den fazla bilimsel makale yazdı.69 tane patent sahibi oldu.Yaşamının son yıllarında fizikte ortaya çıkan yeniliklere ilgisiz kaldı.Hatta karşı çıktı.
*
Newton gerçekten tuhaf bir kişi idi.Yalnız yaşıyordu.Neşeli olduğunu,güldüğünü gören yoktu.Herkese şüpheyle bakıyordu.Dalgınlığı dillere destan olacak şekildeydi.Bazı sabahlar uyanınca eğer aklına bir fikir gelmişse saatlerce yataktan çıkmazdı.Üniversitede kendi laboratuvarında acaip deneyler yapıyordu.
Bir keresinde sadece merak ettiği için bir çuvaldızı gözyuvasına sokmuştu.Niyeti gözle kemik arasında kalan bölgeye,yani gözün arkasına dek ulaşmaktı.Mucize eseri bir şey olmadı.Ancak gözüne eziyet etmeye kararlı gibiydi.Nitekim bir gün,görüşünü nasıl etkileyeceğini anlamak için dayanabildiğince Güneş’e baktı.Tabii ki sonra karanlık bir odada günlerce kalmak zorunda kaldı. Ama bunların yanısıra üstün bir aklı vardı.Daha öğrenci iken,o günlerin matematiğini kısıtlayıcı olarak niteliyordu.Tamamen yeni bir biçim olan diferansiyel ve integral hesaplarını buldu.Garip huyları gençliğinde de olduğu için bu hesaplarından 27 yıl kimseye bahsetmedi.Aynı şekilde optik alanında ışığı incelemiş,spektroskopi biliminin temellerini atmıştı.Ancak bulduğu sonuçları 30 yıl açıklamadı.Nedeni,bazı kişilere olan küskünlüğü idi. Özel ilgisinin sadece bir kısmı gerçek bilimle ilgili olmuştu.Hayatı boyunca çalışmaya harcadığı zamanın yarısı simya ve dinsel uğraşlardı.Üstelik bu konuları içtenlikle ele almıştı.Ariusçuluk denilen son derece sapkın bir mezhebin gizli üyesi idi.İsa’nın ne zaman geri geleceğini,kıyametin ne zaman kopacağını inceledi.Bu konularla ilgili matematiksel ipuçları yakalamaya çalışıyordu.Hz.Süleyman’ın Kudüs’teki kayıp tapınağının zemin planını yıllarca inceledi.Orijinal metinleri daha iyi tarayabilmek için kendi kendisine İbranice öğrenmişti.Aynı coşkulu çalışmasını simyada da sürdürdü.
1936 yılında ünlü ekonomist J.M.Keynes, Newton’a ait not dolu bir sandığın sahibi oldu.Açık arttırma ile satın aldığı bu sandığı merakla açtı.Ancak notlarda optik ve gezegen hareketlerine ilişkin bilgiler yoktu.Adi metallerin kıymetli metallere çevrilmesine yönelik çalışmalar vardı.Üstelik bu yazılar kararlı bir arayış yansıtan uslupla yazılmıştı.Zaten bu durum 1970’li yıllarda kanıtlandı.Newton’un saç teli üzerinde analiz yapıldı.Üzerinde doğal seviyenin 40 misli yoğunlukta civa bulundu.Civa, simyacıların en çok incelediği bir elementtir.
*
James Hutton,yeni kayaçları ve kıtaları yaratıp,sıradağları yerden yükselten nedenin Yerküre’nin içindeki ısı olduğu sonucuna varmıştı.1785 yılında birörneklilik ilkesini geliştirdi.Birörneklilik ilkesine göre,yer yüzeyi biçimleri,jeolojik çağlarda gerçekleşen uzun fiziksel,kimyasal ve biyolojik süreçlerin sonucunda oluşur.Yağmur,akarsu,gelgit ve yanardağ gibi doğal süreçlerin Yer’in gelişimi üzerindeki etkisine ilişkin olarak yıllarca sürdürdüğü çalışmalarının,gözlemlerinin ve tartışmalarının sonuçlarını topladığı bu makalesini 7 Mart 1785 yılında Royal Society’de okudu.Ayrıca jeolojik olguların gözlenebilir jeolojik süreçlere dayanılarak açıklanabileceğini ileri sürüyordu.
Ancak J.Hutton yazılarını çok karmaşık bir dille kaleme alıyordu.Cümleleri çok uzundu,imla kurallarına hiç dikkat etmiyordu.Öyle ki bu yazıları okuyup anlamak hemen hemen olanaksızdı.Bu özellikteki yazısını okumaya başladığında toplantıya katılanların hiç ilgisini çekmedi.Hatta onun hangi konudan bahsettiğini bile anlamadılar.
*
Charles Lyell aşırı miyoptu.Hemen hemen tüm yaşamı boyunca gözlerini kısmaktan ötürü baş ağrıları çekti.Zaten son yıllarında görme duyusunu tamamen kaybetti.Diğer bir huyu da düşüncelerine odaklanmayı başaramadığı zaman eşyalar üzerinde garip pozisyonlara girmesiydi.Örneğin iki koltuğa birden uzanıyordu,veya başını koltuğun minderine yaslayıp ayağa kalkıyordu.Düşüncelere daldığı zaman ise oturduğu koltukta öyle aşağılara kayardı ki kaba etleri neredeyse yere değerdi.
*
19.yüzyılın başlarında bilimle ilgilenen ülkelerde,özellikle İngiltere’de maddi durumu elverişli bilim adamları fırsat buldukça kırsal bölgelere gidiyorlardı.Kılık ve kıyafetleri ise arazide iken bile tıpkı kentlerde olduğu gibiydi.Öyle ki Oxford profesörü Papaz William Buckland,saha araştırmalarına akademik cüppesi ile katılıyordu.
Papaz William Buckland,bilimsel konulara önemli katkılarda bulunmasına rağmen daha çok garip davranışları ile anımsanır.Özellikle vahşi hayvanlar koleksiyonu çok ünlüydü.Bazıları oldukça iri ve tehlikeli olan bu hayvanlar hem evinin içinde hem de bahçesinde serbestçe dolaşırlardı.Ayrıca doğada bulunan ve kendisinin eline geçirebildiği her hayvanın tadına bakmakla da ünlüydü.Herhangi birgün evine gelen konuğun,sofrada fırında pişmiş hintdomuzu,fareli börek,kızarmış kirpi ya da haşlanmış deniz salyangozu bulması mümkündü. Papaz William Buckland,bir tek köstepeği sevmiyordu.Bir diğer tutkusu fosilleşmiş dışkı idi.Koprolit denilen bu maddenin en önemli otoritesi idi ve bunları özel bir masa üzerinde sergiliyordu.

Hiç yorum yok: