3 Nisan 2009 Cuma

Son Gelişmeler-5

Kara deliğe düşseydiniz ne görürdünüz?
ABD’li bilimadamları, oluşturdukları bilgisayar programı ile kara deliklerin içinin neye benzediğini simule ettiler.

Kara delikler, çok küçük bir alanda çok büyük kütlenin sıkışması ile meydana geliyor. Oluşan muazzam çekim alanı nedeniyle, her türlü maddi oluşumu ve ışığı yutan bir kara deliğin içine düşen biri neler görür?

Colarado Üniversitesi’nden Andrew Hamilton ve Gavin Polhemus, Einstein’ın genel görelelik teorisini baz alarak oluşturdukları bilgisayar programı ile kara deliklerin içinde neler olduğunu ve içine düşen birinin neler göreceğini simule ettiler.

Simulasyonda ‘kara deliğin ufku’ ya da ‘Schwartzschild yarıçapı’ olarak adlandırılan ve hiçbir şeyin çekimden kurtulamadığı alandan ilerleyerek, kara deliğin merkezine doğru yapılacak sanal seyahat canlandırılıyor. Simule edilen dev kara deliğin kütlesi güneşin kütlesinin 5 milyon katı ve çapı 15 milyon kilometre olarak hesaplandı.

Karadeliğin ufkuna girildiğinde, ilerlediğiniz merkezde ışık yutulduğu için, kara delikte ilerleyen kişinin bakış açısına göre merkez hep uzakta kalıyor ve aynı nedenden dolayı karadeliğin şekli eğiliyor.

Hamilton ve Polhemus, algıyı kolaylaştırmak için kara deliğin ufkunu kırmızı karelere böldü. Ufuk çizgisi küre biçimini alırken, karelere bölünmüş alan içinde oluşan iki daire kuzey ve güney kutuplarını belirtiyor.

'Schwartzschild yarıçapı’ geçildikten sonra yeni görüntüler ortaya çıkıyor. Kare delikte ilerleyen kişiyi saran ve beyaz karelerle temsil edilen alan, karadelikte ilerleyen diğer gözlemcilerin yerlerini işaret ediyor. Bir başka deyişle, karadelikte ilerleyen kişi, eğer kendisini takip eden başkaları varsa o kişileri beyaz karelerle işaretlenmiş alanda görebiliyor.

Merkeze ilerledikçe görüntüler daha da garipleşiyor. Merkeze yaklaştıkça çekim gücü de çok artıyor. Eğer karadelikte ilerleyen kişi ayaklarından doğru merkeze ilerliyorsa, baş kısmındaki yer çekimi ayaklardakinden çok daha az oluyor; bu da kara delikteki kişiyi parçalıyor ve ışık da aynı nedenle uzayarak renk spektrumunda kırmızının ucuna taşınıyor. Işık, kırmızı spektrumun sonuna taşınması sonrasında mutlak yokluğa dönüşeceği için kara delikte ilerleyen kişi için son görüntü, çember halini alan ufuk oluyor.

TAM ALGI İÇİN ÜÇÜNCÜ GÖZ GEREKLİ
Kara delik içinde, mesafenin tam olarak algılanması için, insanoğlunun doğal bakış açısı yeterli değil. İki gözün her biri farklı açılardan nesneleri algılar ve beynimizde bu görüntüleri işleyerel nesnelerin uzaklığını hesaplar. Ancak kara delikte uzay eğildiği için ışık ışınları da bozulur. Hamilton, kara delik içindeki görüntülerin tam olarak saptanmasının insanoğlunun sınırlarının ötesinde olduğunu belirtiyor ve yerçekimindeki değişiklik nedeniyle kara deliğin içinde olanların anlaşılması içinüçüncü gözün getireceği ekstra perspektiften yararlandıklarını belirtiyor.

-------------------------------------------------------------------------------------------------

Karanlık maddenin izi bulunmuş olabilir mi?

Bilim adamları, gizemli karanlık maddenin izini yakalamış olabileceklerini düşünüyorlar.

Avrupalı gök bilimciler, yörüngede dönmekte olan bir uydudan anormal enerji sinyalleri aldıklarını bildirdiler.

İngiliz Nature dergisinde araştırmalarını yayınlayan astronomlar, bu büyük enerji kütlesinin gizemli karanlık maddenin imzası olabileceğini düşündüklerini belirtirken, bu konuda daha fazla araştırma yapılmasının gerektiğinin altını çizdiler.

Roma Tor Vergata Üniversitesinden Piergiorgio Picozza başkanlığındaki ekip, PAMELA adı verilen Avrupa uydusunun Temmuz 2006 ve Şubat 2008 arasında gönderdiği verileri inceledi ve şimdiye dek görülmediği kadar fazla miktarda, elektronun karşılığı olan ve kozmik ışınlarda enerji spektrumunun büyük bölümünü oluşturan ''pozitron'' tespit etti.

Bazı bilim adamları bunun karanlık madde olduğunu, bazıları da diğer pozitron kaynaklarından gelen ışınları incelemek gerektiğini belirtti.

Pulsarların (düzenli ritimlerle uzaya radyo dalgaları gönderen nötron yıldızları) da önemli pozitron kaynağı olduğuna işaret eden bilim adamları makalelerinde, bu alanda daha fazla araştırmaya gerek bulunduğunu kaydettiler.

Evrendeki kütle, çekimsel enerjinin incelenmesi sonucu, var sayılan toplam enerji yoğunluğunun sadece yüzde 5 civarının doğrudan gözlemlenebilir maddelerden oluştuğu ifade edildi.

Yine bu toplamın yüzde 23'ünün de karanlık maddeden oluştuğu hesaplanırken, geriye kalan kısmın ise dengeli bir şekilde yayılmış olan karanlık enerjiden oluştuğu ve bunun da Evren'in genişlemesinin sorumlusu olduğu düşünülüyor.

---------------------------------------------------------------------------------------------

12'nci Uzay Yolu geliyor

Ünlü televizyon dizisi Uzay Yolu'nun (Star Trek) 12. bölümü çekiliyor.

Variety dergisinin haberinde, 11. bölümü mayıs ayında ABD sinemalarında gösterime girecek olan filmin 12. bölümü için Hollywood'da çalışmalara başlandığı bildirildi.

Filmin, ''Lost'' ve ''Alias'' dizileriyle ''Görevimiz Tehlike 3'' ve ''Cloverfield'' gibi filmlerle tanınan Amerikalı yapımcı J.J. Abrams'ın da katkıda bulunduğu 11. bölümünün, yazın en büyük gişe başarısına ulaşan filmlerden olması bekleniyor.

Variety'nin haberinde, Kaptan Kirk ve tayfasının sinemadaki 12. macerası için senaristlerin harekete geçtiğini ve Abrams'ın da ekibe dahil olabileceği kaydedildi.

ABD televizyonlarında 1966'da yayımlanmaya başlayan dizinin, 1979'da ilk sinema filmi çekilmişti.

Dizisi ABD'de 726 bölüm olarak gösterilen Uzay Yolu, bugüne dek tüm filmleriyle toplam 1 milyar dolardan fazla gişe geliri elde etti.

-----------------------------------------------------------------------------------------------

Okyanus dibindeki madenler kullanılabilecek

Şimdiye kadar okyanusun dibinde işlenmeden duran madenlerin çıkarılması gündeme geldi, peki ya okyanus altındaki yaşam?

Yeni Gine'de yürütülen bir proje, okyanusların derinliklerindeki bakır, gümüş, altın, çinko ve kurşun gibi madenlerin dünya tarihinde ilk defa işlenebilmesini olanaklı hale getirebilir. Ancak bilim adamları, geliştirilen yeni teknik ile okyanus dibindeki hayatın tehdit edilme ihtimalinden endişeleniyorlar.

Bilim adamlarının ortak düşüncesi, deniz altı madenciliğinin geliştirilirken, kullanılan yöntemin ne kadar zor olsa da, okyanus dibi yaşamını tehdit etmeyecek şekilde geliştirilmesi gerektiği yönünde.

ABD'de Cape Cod adasında biraraya gelen 20 ülkeden temsilciler, deniz tabanındaki maden cevherlerini işlerken, su altı yaşama zarar vermemenin yollarını araştırıyorlar. 2 metreye uzunluğa sahip su altı solucanlarından kör karideslere kadar binlerce bilinmeyen türe ev sahipliği yapan su altı toprağı, canlı çeşitliliği henüz tamamen ortaya çıkarılmamış bambaşka bir ekolojiye sahip.

Okyanus madenciliği hakkındaki konferans serisini düzenleyen Woods Hole Deniz Bilimi Kuruluşu jeolojistlerinden Maurice Tivey, mevcut riskle ilgili "Doğrusunu söylemek gerekirse, burada var olan hayat formları gerçekten kendine münhasır. Henüz her şeyi keşfetmiş değiliz, çalışmalarımızı yaparken gözlerimizi dört açmamız gerekiyor" şeklinde konuştu.

Bilim insanları, uzun bir süredir deniz dibinde bulunan "siyah duman tütücü" olarak da bilinen bazı hidrotermal ağızların etrafında metallerin saf konsantrasyonlarının bulunduğunu biliyorlar. Bu hidrotermal ağızlar, yüksek sismik aktivitenin bulunduğu Atlantik okyanusunun ortası ve Pasifik okyanusunun volkanik "Ateş Çemberi" bölgesinde bulunuyorlar. Burada bulunan fay tabakaları, deniz suyunun volkanik bölgerlerin içine girerek ısınmasını sağlıyorlar. Yüksek sıcaklığa ulaşan su, volkanik kayaların etrafında bulunan minarelleri süzerek içine katıyor.

Sonuç olarak, su yüzüne püskürecek kadar ısınmış hale gelen su, içinde bulunan minerallerle birlikte yüzeye yaklaştıkça soğuyarak, eriyik durumda olan minerallerin katılaşmasıyla kullanılabilir madenleri oluşturmuş oluyor.

Şimdiye kadar 200 aktif siyah duman tütücü bulan bilim insanları, bunların arasından sadece 10 maden deposunun madencilik yapmaya uygun yoğunlukta mineral bulundurduğunu saptadı. International Seabed Authority (ISA - Uluslararası Denizyatağı Otoritesi) tarafından üretken olarak belirlenen depolar, her ne kadar bulunması zor olsa da, verimli maden yatakları olarak nitelendiriliyor.

ISA, yayınladığı raporda, her bir madenin 100 milyon ton ağırlığa ulaşabileceğini ifade ediyor.

Colorado Maden Fakültesi öğretim görevlilerinden Rod Eggert, "Bu noktalarda bolca maden bulunduğunu, verimli bir toplama yapılabileceğinizi biliyoruz" diyor ancak ekliyor, "Metal madenlerine olan yüksek talep, deniz tabanında amansız bir rekabet oluşturabilir, bu durum özellikle gelişmekte olan ekonomilerin hızlı ihtiyaçları ve düşük maliyetle çevreyi önemsemeden girişebilecekleri faaliyetlerle, deniz tabanındaki hayatı tehdit edebilir".

Atlantik okyanusunun ilk hidrotermal ağızlarını 1980'li yıllarda keşfeden Rutgers Üniversitesi'nden Peter Rona, ağızların etrafındaki bölgelerin "dünyanın herhangi bir bölgesi değil, sanki başka bir gezegenmiş gibi" olduğunu belirtiyor. Burada yaşayan yaratıkların ayak büyüklüğünde istridyeler, insan boyunda su solucanları ve gözü olmayan karidesler olduğunu söylüyor.

Rona'ya göre, burada bulunan hayvan türleri, dünya üzerindeki yaşamın kökeni hakkında daha ayrıntılı bilgiyi, başka hiçbir yerde bulunamayacak kadar farklı şekilde verebilir. Bu yüzden, bu tip madencilik hareketlerinin oldukça özen gösterilerek yapılması gerekiyor.

"Madenciliğin ilerlemesi gerekiyor, bu yapılırken çevrenin dokunulmadan bırakılması, korunması gerekiyor" diyen Rona, sözlerini şöyle devam ettiriyor: "Bu büyük bir meydan okuma, ancak yapılabilir".

Hiç yorum yok: