31 Mart 2009 Salı

Beyin Temelli Öğrenme Açısından Öğretmen Ve Ders

Günümüz insanı için yaşam giderek karmaşıklaşmaktadır. Öğrenilmesi gereken bir çok bilgi bulunmaktadır. Bu bilgilerin ne kadar gerekli olup olmadığı tartışmaya değer bir konu olmakla birlikte; burada asıl önemli olan, öğrendiklerimizi acı çekmeden, mutsuz olmadan, kaygı ve endişeden uzak bir şekilde öğrenerek, bilgileri yaşamımızı kolaylaştıracak kalıcı yaşantılara dönüştürebilmektir. Bunu yapmanın yollarından birisi de beynin işlevlerini tanımlayarak, beynin öğrenmenin gerçekleşmesinde etkin bir araç olarak kullanılmasını sağlamaktır.

Nörofizyolojik öğrenme ya da güncel ismi ile beyin temelli öğrenme, günümüzün yükselen değerlerinden biri olarak göze çarpmaktadır (Yapıcı, 2008). Beyin temelli öğrenme, eğitim stratejilerini, okullardaki disiplin anlayışını, sanat, özel eğitim, eğitim program ve teknolojilerini, müziğin öğretimini, öğrenme-öğretme süreçlerini, hizmet içi eğitim politikalarını ve okul kuruluş sistemlerini yeni baştan ele alınmasını gerektirecek, değişim yaratabilecek yeni ve popüler bir yaklaşımdır (Jensen, 1998). Bu yaklaşımın; eğitim sistemlerinin kalite ve verimliliğinin artırılmasında etkili bir araca dönüştürülmesi, genelde eğitim politikası üreticilerinin, özelde ise öğretmenlerin çaba ve yeterlilikleri ile mümkündür.
Öğretmenlerin beynin etkin kullanımında, kendisinden başlayarak, öğrencilere eğitim öğretim ortamında uygun uyarıcıları sağlaması son derece stratejik ve önemlidir. Öğretmen bu konuda vazgeçilmez bir lider olarak düşünülebilir. Ancak eğitim yöneticilerinin gerekli alt yapıyı kurması ve anne-babaların duyarlılığı ile desteklenmesi gerektiği de unutulmamalıdır.
Beynin gizemi çözüldükçe, öğrenme psikolojisi alanındaki kuramların da gözden geçirilmesi bir zorunluluğa dönüşmektedir. Bu çalışmada beyin temelli öğrenmenin öğretmenler tarafından nasıl kullanılması gerektiği analiz edilmeye çalışılmaktadır.
Geçmişten Günümüze Beyin Croton'lu Alkmaion, M.Ö. 500'lerde önce gözlerden beyne doğru uzanan gerçek bağlantıların varlığını gösterdiğinde bu bölgenin düşüncenin merkezi olduğunu iddia etti, bu iddia Mısırlı iki anatomi uzmanı olan Herophilus ve Erasistratus'un buldukları vücudun her yerinden beyne giden bağlantıları (sinirler) da açıklıyordu. Yunanlı hekim Galen (MS 129-199) beynin en dayanıksız, narin olan ve çıplak gözle görülebilen beyin-omurilik sıvısının ruhun yuvası olduğunu düşünüyordu, çünkü artık beynin kendisinin başka fonksiyonları olduğu ortadaydı (Smith, 1986; Greenfield, 2000).
11. yüzyıldan kalma el yazması bir kitapta ilk kez beyin işlevlerini gösteren bir batı çizimi bulunmaktadır. Kitap karaciğer, kalp, erbezi ve beyni, insanın dört temel üyesi olarak tanımlamakta, fantezi, zeka ve belleği beynin boşluklarında yerleşmiş 3 akılsal yetenek saymaktadır (Smith, 1986).
17. yy.da Marcello Malpighi ve benzerleri, beyinin kocaman bir salgı bezi gibi homojen biçimde işlev gördüğüne inanıyordu. Onlara göre beynin işlevleri farklı bölümlerine yayılmıyor, tek bir bütün olarak çalışıyordu ve beynin bir kısmı çıkarıldığında işlevler yavaşlıyor ya da azalıyordu. 1758 yılında Franz Gall, bunun tam tersine beynin oldukça özgül işlevlere ayrılan keskin hatlı bölümleri olduğunu ortaya koymaya çalıştı. Analizlerinde bir tür şapka kullanıyordu, kafatasına geçirildiğinde, yüzeydeki tümsekler nedeniyle hareketli iğnelerin bir kısmı yerinden çıkıyor ve yukarısındaki kağıtta delikler açıyordu. Kağıt üzerinde oluşan desen bireyin karakterine ilişkin bir belge niteliğindeydi. Çalışmalarında 27 karakter özelliği bulduğunu iddia etti, bu özelliklerin aslında insan zihninin daha karmaşık nitelikleri olduğu sonradan anlaşıldı; üreme içgüdüsü, bağlılık, dostluk, savunma içgüdüsü, kurnazlık, zalimlik, olgu ve nesnelere yönelik bellek, mekansal ilişkiler sezgisi, öngörü, mekanik algı, düşünce derinliği, mizah vb. (Greenfield, 2000).
1861'de Paul Broca, konuşma yeteneği olmayan bir adamı inceledi ve konuşma merkezinin tahmin edildiği gibi tek bir bölge olmadığı fark edildi (Smith, 1986).
19. yüzyılda İngiliz nörolog John Hughlings-Jackson beynin belirli bir sistematiğe göre düzenlendiğini ileri sürdü. En ilkel dürtüler, basitten karmaşığa doğru yapılanmışlardı. 1940-50'lerde Paul MacLean üç kattan oluşan beyini keşfediyordu. O'na göre beyin, en ilkel “sürüngen” (omurilik sapı, içgüdüler), daha gelişmiş “eski memeli” (limbik sistem, saldırı, seks vb. duygusal) ve en karmaşık “yeni memeli” (korteks, rasyonel düşünce) olarak üç bölümden oluşuyordu (Smith, 1986; Greenfield, 2000).
Prefrontal korteksin (bizi insan olarak ayıran en önemli fark denebilir) işlevlerine dair ilk ipucu ise 1848'de Vermont'ta bir kaza sonucu elde edilmiştir. Bir demiryolu işçisi olan Phineas, dinamit patlatırken bir kaza sonucu kullandığı demir çubuk kafatasının sol tarafını delip geçti, Phineas kurtuldu ancak prefrontal korteksi ciddi biçimde zedelendi. Yarası iyileştikten sonra hiç etkilenmemiş görünen Phineas, hareket edebiliyor ve hayatına devam ediyordu. Ancak bir süre sonra insanlar; dost canlısı olan, işbirlikçi ve sevecen Phineas'ın yerine kibirli, inatçı, kimseyi umursamayan kaba bir adam geldiğini fark ettiler. Bu ve benzeri pek çok vakanın ışığında lökotomi tekniği ile 1960'lara kadar depresyon, anksiyete, fobi ve saldırganlık gibi yoğun tepkilerin tedavisinde pek çok insana müdahale yapıldı. Ancak ameliyat sonrası daha sofistike bilişsel sorunların ortaya çıktığının fark edilmesi ile ilaç yöntemi üzerinde durulmaya başlandı (Greenfield, 2000).
Bilimdeki baş döndürücü gelişmelere rağmen, bugün beynimizin en fazla % 5'ini anlayabiliyor ve ancak ortalama olarak beyin kapasitemizin % 1-2'sini kullanabiliyoruz (Özden, 2005).
BeyinBeyin, 1 kilogramdan biraz ağır, küflü peynir gibi kokan, yapışkan, peltemsi bir maddeden oluşur. Kulağa pek hoş gelmese de sonuçta vücudumuzdaki en önemli organdır (Treays, 2003). İnsanlar, beden ağırlığına oranla, büyük bir beyne sahiptir. Beynin % 78'i sudan, % 10'u yağdan ve % 8'i de proteinden oluşmaktadır (Jensen, 1998).
Beyin, öncelikle sol ve sağ yarı küreler olarak ikiyi ayrılır. Ön ve arkada ise alın lobu, yan ve arka kafa lobları yer alır. Beyincik, içe doğru beyin kökünü oluşturan pons, omurilik soğanı ve ağsı yapı, talamus, hipotalamus, hipokampus, nasırsı madde gibi yapılardan oluşmaktadır (Smith, 1986).
Sol yarımküre konuşma ve lisandan sorumludur. Ayrıca belirli bir düzende yapılması gereken işlerde kullanılır: toplama-çıkarma yapma ve ayakkabı bağcıklarını bağlama gibi. Sağ yarımküre ise, “resimlerle düşünürken” kullanılır. Okula giden yolun haritasını gözümüzde canlandırdığımızda sağ yarımküreyi kullanırız (Treays, 2003).
Beynin sol yarı küresi sözel, matematiksel, mantıksal bilgiyi işlemek için, sağ yarıküresi de algısal, dikkat çekici, uzaysal, bütüncü, artistik bilgiyi işlemek için daha uygundur. Ancak beynin iki yarı küresi sinirsel bir bağ aracılığıyla iletişim kurmakta herhangi bir öğrenmeye iki yarıküre de katkıda bulunmaktadır. Ayrıca her bir yarıkürede aksonların birbirine bağlanma zenginliği öğrenmeyi zenginleştiren en güçlü etkendir (Saygın, Maraşlı Ve Maraşlı 2000).
Beyindeki bölümlerin işlevleri basit olarak şu şekilde açıklanabilir (Jensen, 1998; Treays, 2003):
· Beyincik: Hareketlerin denetlenmesine yardımcı olur.
· Omurilik: Beyinle vücudun diğer bölümleri arasında iletişimi sağlar.
· Beyin Kabuğu: Beyin yarımkürelerinin dış tabakasına beyin kabuğu (korteks) denir. Beyin kabuğu düşünmek ve duyumsamak, yani duyular yoluyla algılamak için kullanılan bölümdür. Yapılan işin bilincine varılmasına bu bölüm sağlar.
· Nasırsı Madde(Korpus Kallosum): Nasırsı madde, beynin sağ ve sol yarımküreleri arasındaki iletişimi sağlayan kalın bir sinir lifi demetidir. Yaklaşık 250 milyon sinir lifinden oluşur. Nasırsı madde bir yarımkürenin diğerinin yaptığından haberdar olmasını sağlar. Nasırsı madde olmasaydı, “kedi” kelimesini okuyup anlayabilir (sol yarımküreyi kullanarak) ama kediyi gözümüzde canlandıramazdık (sağ yarımküreyi kullanmayı gerektirir).
· Talamus: Duyu organlarından gelen bilgileri alır ve her birini beynin ilgili bölgesine gönderir.
· Hipotalamus: Kan basıncını, vücut sıcaklığını, acıkma ve susama duyumlarını, uykuyu ve cinsel gelişimi denetler.
· Pons: Pons, ön beyin, beyincik ve omurilik soğanı arasında yer alan bu yapı, enine sinir tellerinden oluşur. Varol köprüsü de denilen bu yapı beyinciğin iki yarım küresi arasındaki impuls iletimini sağlar.
Beyni oluşturan temel birimler genel olarak sinir hücreleri (nöronlar) ve bunların uzantılarının diğer sinir hücreleri ile oluşturduğu sinapslardır. Sinir hücrelerinin oluşturduğu ağ sayısı ne kadar fazla olursa, bilgi işleme süreci o kadar güçlü olur. Her nöronun dentrit adı verilen çok sayıda kısa ve akson adı verilen bir tane uzun uzantısı vardır. Akson uçları ile başka nöronların dentritleri veya gövdeleri arasındaki bağlantıya sinaps adı verilir. Sinir sistemindeki bütün etkinlikler ve bellek, nöronlarda doğan elektrik akımıyla ilgilidir. Nöronlar arasında bilgi, elektrik akımı olarak dolaşır.
Bilim adamları beyni lob adı verilen dört bölüme ayırırlar. Bunlar, temel sorumluluğu görme olan, beynin arka kısmının ortasındaki ense (Oksipital) lobu; alın bölgesinde yer alan ve sorumluluğu yaratıcılık, problem çözme, planlama olan alın (frontal) lobu; kafanın üst arka tarafında yer alan duyumsal işlemler ve dil fonksiyonlarını yerine getiren çeper (Parietal) lobu ve son olarak sağda ve solda kulakların üstünde yer alan, duyma, bellek, anlamlandırma ve dil fonksiyonlarını yerine getiren şakak (temporal) lobudur.
Beyin Temelli Öğrenme İlkeleri Bilişsel öğrenme kuramınca kabul edilen zihinsel deneyimlere nörofizyolojik açıdan destek sağlayan bu öğrenme kuramının öğretim ilkeleri aşağıdaki gibi sıralanmaktadır (Caine ve Caine, 2002 ).
Beyin bir paralel işlemcidir. İnsan beyni birçok işlevi eş zamanlı olarak yerine getirebilir. Düşünce, duygu ve imgeleme gibi farklı işlevler aynı zamanda işleme sokulur. Etkin öğretimde aynı anda yapılması gereken işlemler uyum içerisinde, dayandığı kuram ve yöntemler üzerine inşa edilmelidir.
Öğrenme fizyolojik bir olaydır. Kalp, akciğer veya böbrek gibi beyin de fizyolojik kurallara göre çalışan bir organdır. Öğrenme nefes alıp-verme kadar doğal bir işlev olup onu engellemek veya kolaylaştırmak olanak dahilindedir. Etkili öğretim stres yönetimi, beslenme, egzersiz ve sağlıkla ilgili diğer konularıda içermelidir.
Beyin, kendisine ulaşan verilere anlam yüklemeye çalışır. İnsan beyni yaşamını sürdürme arzusunun doğal bir sonucu olarak çevresinde olup-bitenlere anlam kazandırmaya çalışır. Etkin bir öğrenme sağlanabilmesi için beynin yenilik keşef, problem çözme gibi alıştırmalarla zorlanması gerekir. Bu yüzden, üstün yetenekli çucukların öğretiminde kullanılan bu ve benzeri teknikler tüm öğrenciler için kullanılmalıdır.
Anlam yükleme, örüntüleme yoluyla olur. Örüntüleme, bilginin anlamlı organizasyonu ve sınırlandırılmasına işaret eder. Beyin bu örüntüleri oluştururken sezgi ve yaratıcılığını kullanan bir sanatkar, bir bilgin gibidir. Beyin anlamlı örüntülerini kabul ederken anlamsız olanları da reddeder. Bir öğrenci için anlamsız örüntüleme, manasız bilgi parçalarıdır. Bilginin bütünleşmesi için eğitim ortamının ona göre hazırlanması gerekir; bilgi parçaları havada uçmamalıdır.
Duygular örüntülemede önemli bir yer tutar. Bireyin öğrenmesi beklenti, eğilim, ön yargı, öz saygı ve sosyal etkileşme ihtiyacı gibi duygulardan etkilenir. Öğretmenler öğrencilerin duygu ve tutumlarının öğrenmede önemli bir etmen olduğunun bilinci ile hareket etmelidir. Karşılıklı sevgi, saygı ve kabullenmenin mevcut olduğu bir ortamda öğrenme daha kolay olur.
Beyin parçaları ve bütünü aynı anda algılar. Sağlıklı bir insanda matematik, müzik veya sanat öğretiminde beynin her iki yarı küresi etkileşim halindedir. Bir konunun öğretilmesinde konunun bütünü ve parçaları karşılıklı etkileşimde bulunacak şekilde aynı anda verilmelidir.
Öğrenme, hem doğrudan odaklanan, hem de yan uyarıcılardan algılanan bilgileri içerir. Beyin doğrudan farkında olduğu ve odaklandığı bilgiler yanında birinci derecede ilgi alanı dışında kalan bilgi ve sinyalleri de özümser. İlgi alanı içinde olmakla beraber bilinçli bir şekilde dikkat edilmeyen çok hafif ve hassas sinyaller de (yan tarafta duran birinin gülümsemesi gibi) uyarıcı olarak beyne ulaşır. Etkili öğrenme ortamında sıcaklık, gürültü, nem gibi fiziksel koşullar yanında grafik, resim, tasarım ve sanat eserleri gibi görsel uyarıcılara da dikkat edilmelidir.
Öğrenme kasıtlı ve kasıtsız süreçlerden oluşur. Bir öğrenme ortamında bilinçli olarak farkına vardığımız şeylerden çok daha fazlasını öğreniriz. Yan uyarıcılardan aldığımız sinyallerin çoğu beynimize farkında olmadan girer ve bilinçaltında etkileşimde bulunur. Etkili öğrenme ortamındaki tüm uyarıcılar öğrenme amacına hizmet edecek şekilde düzenlenmelidir.
İki tip hafıza vardır. İnsanlarda deneyimleri tekrarlamaya gerek kalmadan hafızaya kaydedilen doğal bir uzaysal hafıza sistemi vardır. Dün akşam yediğimizi hatırlamak için tekrarlamaya gerek yoktur. Ancak birbiriyle ilgili olmayan bilgileri depolamak için tekrara ve ezbere ihtiyaç vardır.
Olgular ve beceriler uzaysal hafızada depolandığında daha iyi öğrenilir. Uzaysal hafızayı harekete geçiren en etkili öğretim deneysel yöntemlerdir. Öğretim demonstrasyon, film, resim, mecaz, drama ve öğrencilerin aktif katılımını sağlayan sınıf içi çok yönlü etkileşim etkinlikleri içermelidir.
Öğrenme zihni zorlayan etkinliklerle artar, tehditle ketlenir. Beyin uygun düzeyde zorlandığında öğrenme optimum düzeye ulaşır. Tehdit ise öğrenme kapasitesini azaltıcı etki yapar. Etkili öğretim, öğrencinin zeka seviyesini belli bir oranda zorlayan ancak, tehditten uzak bir ortamda gerçekleşir.
Hiçbir beyin diğerine benzemez. Öğretim bütün öğrencilerin görsel-işitsel ve duygusal tercihlerini ifade etmelerine olanak tanıyacak şekilde düzenlenmelidir. Her bir bireyin öğrenme, anlama ve algılama kapasitesi, biçimi ve süreci birbirinden farklıdır.
Öğretmenler Ve Beyin Temelli ÖğrenmeBeynin öğrenme ortamında daha aktif ve etkili olarak kalıcı öğrenmeyi sağlaması için öğretmenlerin şunları bilmeleri gerekir (Jensen, 1995; Jensen, 1998; Wolfe, 2001; Erlauer, 2003):
· Beynin bütün bölgelerinin etkinliği için mümkün olabildiğince çok uyarıcıya ihtiyaç vardır. Statik (durağan, sıkıcı) süreçler, beynin uyarılmasını yavaşlatır.
· Beynin en önemli enerji kaynağı, glikoz, protein oksijen gibi besleyici maddeler içeren kandır. Beyne saate yaklaşık 36 litre, günde 1000 litre kan gider. Bunun yanı sıra, su vücuttaki elektrolit dengeyi sağlar. Su kaybı, okullarda uyuşukluk ve yetersiz öğrenmeye neden olur. Bu nedenle, öğretmenlerin beslenmenin öneminin farkında olması, bu sorunla da eğitimsel bir sorun olarak ilgilenmeleri gerekir. Öğrencilerin düzenli olarak su içmeleri teşvik edilmelidir.
· Okullarda mümkün olabildiğince her iki yarımküreyi de işlevsel hale getiren farklı derslere önem verilmelidir. Sanatsal ve devinimsel etkinliklere de bilişsel etkinlikler kadar önem verilmelidir.
· Olabildiğince çok ve farklı müzikler dinlenmeli bazen de derslerde fon olarak kullanılmalıdır.
· Öğrenme ortamının stres ve baskıdan uzak, güvenilir ve huzurlu bir ortam olmasına özen gösterilmelidir.
· Öğrenenlere sık sık geri bildirim verilmelidir.
· Her öğrenciye okuma alışkanlığı 5-6 yaşlarından itibaren kazandırılmalıdır.
· Her öğrenciye en az bir yabancı dil öğretilmelidir.
· Öğrenme ortamında birbirinden farklı özelliklere sahip öğrencilerin bir arada ve işbirliği içinde olmaları desteklenmelidir.
· Öğretim ortamında yapbozlara, sözcük oyunlarına yer verilmelidir.
· Hipotetik problemler ve günlük yaşam problemleri öğrenciye sunulmalıdır.
· Dersin başında değişik uyarıcı, materyal ve etkinliklerle beyin uyarılarak dikkat yoğunluğu sağlanmalıdır.
· Rehberlik sistemi, öğrencinin “değerli olduğu duygusunu” güncelleyecek etkinlikler düzenlemelidir.
· Okul ortamı (özellikle fiziksel donanım), öğrencinin ilgi ve gereksinimlerine göre düzenlenmelidir.
· Araştırma gezileri, gözlemler yoluyla uyarıcı zenginliği sağlanmalıdır.
· Dersler, sürprizler barındırmalıdır. Örneğin, dersin ortasında bir başka öğretmenin gelerek derse katılması ve sunum yapması gibi…
· Öğrencilere sevildikleri davranış ve tutum olarak gösterilmelidir.
Ders ve Beyin Temelli ÖğrenmeÖğretmenler hangi derse girerlerse girsinler, aşağıda bulunan durumları gözönüne alarak derslerini işlemelidirler.
· Derste sınıfta sabit durmamalıdırlar. Sürekli ve düzenli bir harekelilik içinde olmalıdırlar. Böylece öğrencinin dikkati uyarılmış, ilgi öğretmende toplanmış olacaktır.
· Ders içeriğini öğrencinin duyuşsal, bilişsel ve psikomotor özelliklerini dikkate alarak mümkün olabildiğince çok materyal, araç-gereç, poster, resim, canlı kaynak vb. Kullanarak yapmalıdır. Böylece öğrencinin duyuları uyarılmış ve dikkat canlı tutulmuş olacaktır.
· Ders prosedürel bir süreç olarak düşünülmemelidir. Yerine göre, doğaçlama değişiklikler yapılabilmeldir. Örneğin, öğretmen Türkçe dersinde sıfatlar konusunu anlatıyorsa ve öğrencinin ilgi ve dikkatini uyandıramadığı izlenimine sahip olmuşsa, dersi yarıda kesip « sanırım anlaşılır bir ders işleyemiyoruz keşke şimdi farklı bir şey yapabilseydik » diyerek öğrencilere şu anda nererede ve ne yapmak istediklerini sorarak beyin fırtınası yapabilir. Bir kaç dakikalık bu süreçten sonra duruma göre derse devam edip etmeyeceğine, devam edecekse nasıl bir yol izleyeceğine, devam etmeyecekse alternatif ne yapabileceğine karar verebilmelidir. Duyuları uyarılan yani beyni uyuşukluktan kurtarılan öğrenci, o ders aksamış olsa bile, hem öğretmene hem de derse karşı duygusal olarak yoğun bir bağlılık duyacaktır.
· Derste öğretmen tarafından sorulan sorular, klasik varolanı tekrarlayacak cevapları içeren göstermelik sorular olmamalıdır. Örneğin matematik dersinde kesirler konusunu işleyen bir öğretmen, « acaba hayvanlar kesirleri biliyorlar mıdır?» gbi uçuk ya da « bu akşam evde aile bireylerinin ekmeğin ne kadarını yediklerini hesaplıyabilir misiniz ? » gibi güncel yaşamla ilgili sorular sormalıdırlar. Bunun için de, bu tür sorular üzerinde çalışılmalı ve önceden hazırlık yapılmalıdır. Bu öğretmenin beynini de uyaracaktır. Öğrencisinin beynini uyaramayan bir öğretmeninin, kendi beyni uyarılmamış, monotonluğa düşmüş olabilir.
· Öğretmen derste hem kendisi hem de öğrencileri için su, meyve suyu gibi içecekler bulundurmanın beyin açısından yararları bulunduğunu gözden kaçırmamalıdır.
· Öğretmen dersin içeriğine uygun fıkraları, güncel olayları ve anekdotları önceden belirlemeli, derste gerektiği yerlerde kullanmalıdır. Örneğin Coğrafya dersinde, ekvator çizgisini anlatırken, kendi öğrenciliğinden « birilerinin gerçekten ekvator çizgisini çizdiğini ve kendisinin bu çizgiyi kimin çizdiğini sorarak, kendini « ti » ye alabilir. Bu beyni uyaracak ve ilgiyi canlı tutacaktır. Böyle bir durum yaşanmamışsa bile öğretmenin yaşanmış gibi anlatmasında herhangi sakınca yoktur. Ya da kendi yaşantısını bir başkasının yaşantısı gibi aktarabilir. Bu yaşantılar anlatılırken yer, zaman ve kişiler muğlak bırakılmalı, hem öğrencinin yaratıcılığı harekete geçirilmeli hem de olası yanlış anlamalara neden olunmamalıdır.
· Öğretmen zaman zaman kendisinin de hatalarından bahsetmeli, öğrenciliğinde anlamadığı konuları söylemekten çekinmemelidir. Bu karşılıklı empati yaratarak, dersin ilginçliğini ve dikkat yoğunluğunu artıracaktır.
· Öğretmen ödevlerini verirken, ödev konularını bir yerlerden kopyalanmaya müsait olmayan konulardan seçerek, dersin ilgi çekiciliğini artırmalıdır. Örneğin Tarih dersinde, rastgele seçilmiş ve ismi belirtilmeyecek yetişkinlerin, okul yıllarından kalma tarihi bilgilerinin neler olduğunu tespit eden bir araştırma ödevi verilebilir. Bu ödevin sonuçlarının « çok ilginç » tartışmalar yaratacağına kesin gözüyle bakılabilir. Sonuç ne olursa olsun öğrencilerin eğlenerek, düşünerek, merak ederek, kalıcı bilgiler elde etmiş olacaklarına inanabilirsiniz.
· Beyin bulduğu her uygun fırsatta, uyumaya eğilimli bir uykucu gibi düşünülmelidir. Öğretmenin görevi, onu acı çektirmeden uyanık tutabilmektir.
· Öğretmen dersini diğer derslerle mutlaka ilişkilendirmelidir (yatay ve dikey kaynaşıklık). Örneğin müzik öğretmeni, müziğin sayısal becerilere katkılarından bahsetmeli ve matematik öğretmenini de dersine davet ederek desteğini almalıdır. Ya da felsefe öğretmeni felsefe öğrenmenin diğer derslere katkılarından bahsederken ilgili branş öğretmenlerini de dersine davet etmelidir. Böylece öğrenci hem gereksiz ders ya da bilginin olmayacağını anlamdırmış olacak hem de beyin değişik uyarıcılarla uyarılarak dikkat ve öğrenmenin kalıcılığı artırılmış olacaktır.
· Öğretmen dersini işlerken, zaman zaman değişik türlerden sözsüz müzikleri fon olarak kullanmalıdır.
· Öğretmen dersini işlerken zaman zaman öğrencileri ile birlikte basit bazı beden egzersizleri, nefes alma egzersizleri yaptırmalı. Bunu nasıl yapacağını bilmiyorsa beden eğitimi öğretmeninden yardım almalıdır.
· Öğretmen öğrencilerini koşulsuz olarak sevdiğini sözel veya davranış olarak belli etmelidir.
· Öğrenilenleri belleğe yerleştirmek tekrar ile mümkündür. Öğretmen her seferinde tekrarları farklı yapmalıdır. Örneğin her dersin başında bir önceki dersteki bilgileri hatırlatan bir öğretmen beyni monotonluğa itmiş olur.
KaynakçaCaine, N.M. Ve Caine, G. (2002). Beyin Temelli Öğrenme, (Çev.: Gülten Ülgen), Ankara: Nobel Yayıncılık.
Erlauer, L. (2003). The Brain-Compatible Classroom, Virginia: ASCD Publ
Greenfield, S. (2000). İnsan Beyni, Bedenimizin Kumanda Merkezine Bir Gezi, İstanbul: Varlık/Bilim Yayınları.
Jensen, E. (1995). Brain-Based Learning, San Diego: The Brain Store Publ.
Jensen, E. (1998). Teaching With The Brain in Mind, Virginia: ASCD Publ.
Özden, Y. (2005). Öğrenme Ve Öğretme, 7. Baskı, Ankara: PegemA Yayıncılık.
Saygın,O., Maraşlı, A. Ve Maraşlı, M. (2000), Hafıza Teknikleriyle, Beyin Gücünü Geliştirme, İstanbul: Hayat Yayınları.
Smith, A. (1986). İnsan Beyni Ve Yaşamı, (Çev.: N. Ebjioğlu), İstanbul: İnkılap Kitapevi.
Treays, R. (2003). Beyin, (Çev.: F. Halatçı), 17. Baskı, Ankara: Tübitak Yayınları.
Wolfe, P. (2001). Brain Matters, Virginia: ASCD Publ.
Yapıcı, M. (2008). “Nörofizyolojik Öğrenme”, (Editör: İbrahim Yıldırım), Eğitim Psikolojisi, Ankara: Anı Yayıncılık, s.:573-586.

Hiç yorum yok: